Akıl Ötesi Tavır ve Aşk - Aynülkudât el-Hemedânî

 Mehmet Serhat Yılmaz -   18 Ekim 2021

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

Akıl ötesi tavrın özelliklerinden biri şudur: Hak Teâlâ'nın varlığını idrak ettiğinde ona karşı ifadeye sığmayan büyük bir şevk ve tam bir talep doğar. Aynı şekilde akıl da Hakk’ın varlığını idrak etmekle haz duyar. Fakat onun hazzı Hakk'ın cemâlini idrak etmekle ortaya çıkan bir haz değildir. Aksine aklın hazzı matematik, tıp ve diğer objelerden duyulan haz gibi, biliniyor olması yönüyle alınan bir hazdır. Elbette, hakkın idraki ile matematiksel konuların idraki arasında alınan haz farkını inkâr etmiyorum. Fakat bu, değerli ve değersiz olmaları yönüyle bilinen şeylerde gördüğün farklılık gibi, hatta doğal olarak birinin diğerinin üstünde olması yönüyle ortaya çıkan farklılığa benzer. Akıl, Hakk'ın varlığını mâlûm olması yönüyle idrak edip haz duyduğunda, hoş bir kokuyu güzel bir renk ve görünüme sahip olması yönüyle algılayıp haz duyan zâhir göze benzer.

Zâhir gözün aldığı bu haz, koku duyusunun idraki sırasında kokudan aldığı hazdan oldukça uzaktır. Nitekim miskin varlığını görüp, renginden haz duymak, miske karşı aşırı bir istek ve talep doğurmaz. Oysa miskin kokusunu koklayarak algılayanda durum bunun aksinedir. Bunun gibi, aklî öncüller yoluyla Hakk'ın varlığını idrak eden kişide, ârifte açığa çıkan şevk gibi bir şevk meydana gelmez. Akıl sadece biliniyor olması yönüyle onu idrak etmekten haz duyar.

Sâlikin mârifet gözü kemâli ve idrak etme istidadı kadar açıldığı zaman ilâhî konuların latifeleri ona feyezan eder. Feyzi kadar onda melekût âlemine bir yakınlık, Hakk'ın latifelerine bir ünsiyet ve ezelî hazretin cemâline karşı bir aşk meydana gelir. Onun bu (hissî) âleme olan ünsiyeti derece derece azalır; bu azalma kadar da ilâhî âleme olan ünsiyeti artar. Belki bu ünsiyeti, bir araştırmacının nazarî ilimlerden elde ettiği ünsiyetle karşılaştırabilirsin. Böyle bir karşılaştırma fahiş bir hata, fasit bir zandan ibarettir. Burada ünsiyet ile aşk ve cemâl gibi diğer terimler zarûretten dolayı kullanılmıştır. Onların farklı mânâlara gelmesi seni şaşırtmasın! Yoksa farkında olmadan yolunu şaşırır ve bu müsemmalardan zayıf aklının tahayyül edeceği boş şeylere kanmış olursun.

Aşk, bu tavrın hususiyetlerindendir. Aşkın hâllerine şâhid olan biri için, aklın bu hâlleri idrak etmekten uzak olduğunda bir şüphe yoktur. Çünkü âşığın, içinde bulunduğu aşkın mânâsını, onu tatmayan akıllıya ulaştırmasının yolu yoktur ki, o da âşığın tattığı konumda olsun. Bu husus öfke, sevinç, korku ve utanma gibi tüm durumlarda aklın bir özelliğidir. Dolayısıyla akıl, ilimleri idrak eder ve onun, söz konusu durumları idrak etmesinin bir yolu yoktur. Evet, akıl onların varlığını idrak eder; her biriyle ilgili olarak çeşitli hükümler oluşturur ama mâkul konuları idraki gibi, aşkın mâhiyetini ve diğer hâllerini öncüller yoluyla idrak etmez. Oysa başkasından öncülleri duyduğunda idrak etmede onunla eşit olur.

Aşkın ardından, matlûbun talebi gelir Talebin hakikati, talibin nazarının tümüyle talep edilen şeye yönelmesidir. Böyle olduğunda talep ve buluş ikiz kardeş olur. Talebin hakikatiyle ilgili olarak demirin mıknatısa olan çekimini düşünün! Demir saf olduğunda tamamıyla mıknatısa çekilir ve talebinde bir farklılık olmaz. Şayet demir altın, gümüş vb. bir şeyle karışık olursa bu durum onda çekimin azalmasını gerektirir. Başka bir şeyle karışık olmazsa işte o vakit hakiki talep gerçekleşir ve buluş yani mıknatısa ulaşmak zaruri olur. İşte bu, "Talep ve buluş ikiz kardeştir.” sözümüzün anlamıdır, Bazen bir dış engel, demiri çekilmekten alıkoyar. Fakat bu, talebin tamamlanmasını engellemez. Asıl engel demirin madenine karışan altın, kireç vb. şeylerdir. Bazen dış engeller talep yolunu, yani demirin mıknatısa çekilmesini engellemede büyük bir tesire sâhip olmaz. Âşığın zâtında, yüzünü maşuka çevirmekten alıkoyan bir şâibe olmazsa bütünüyle talep ettiği kıblesine, yani mâşukunun yüzüne yönelmiş olur. Bu takdirde talip talepte bidâyet ehli olur ve Allah Teâlâ'nın şu âyetleri ona âyân olur: "Çünkü rabbi ona, ‘Bana teslim ol’ buyurmuş; o da ‘Âlemlerin rabbine teslim oldum demişti.’” (Bakara, 2/131) "Allah katında din kesinlikle İslam'dır (teslimiyettir)” (Âl-i İmrân, 3/19) "O halde sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur.” (Rum, 30/30) "O, din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi.” (Hac, 22178) "Bilinmeli ki halis dindarlık yalnız Allah için olanıdır.” (Zümer, 39/3) "Dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları reddeder de Allah'a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır." (Bakara, 2/256) "Fakat o, sarp yolu göze alamadı. O sarp yol nedir, bilir misin?" (Beled, 90/11,12)

Âşığı içerden engelleyen şey ile dışarıdan engelleyen şey arasındaki farkı idrak etmek çok zordur. Âşığın konumu ilkinde, demirin altına karıştığı sırada altınının konumuna, ikincisinde de demirin çekilmesine zorla mâni olan elin durumuna benzer, ancak derinleşmiş kimseler bundan müstesnadır.

İlmine saplanarak, aklına kanarak bu fasla ve benzeri konulara hakaret gözüyle bakmaktan, bunları silip atmaktan onları batıl ve sapık bir ahmağın bir araya getirdiği bir afet sanmaktan kendini koru ve sakla! Zevk yoluyla bu mânâlardan birine ulaşamayan biri Kur'ân'ın şu âyetlerle bahsettiği kimseler gibidir: "İnkâr edenler, inananlara şöyle dediler ki: ‘Eğer bu iyi bir şey olsaydı bizi bırakıp da onlara gelmezdi!’ Onunla doğru yolu bulamadıkları için, ‘Bu eski bir yalandır’ demeye devam edeceklerdir." (Ahkâf, 46/11) “İşin gerçeği şu ki onlar, mahiyetini bilemedikleri ve henüz kendilerine yorumu yapılmamış olan şeyi yalanladılar.” (Yûnus, 10/39)

Bunlar, sana vermem gereken öğütlerdeki nasibindir. Âriflere gelince onlar nazarında senin inanman ile inanmaman birdir. Onlara göre seni böbürlendiren ilmin mertebesi, tahkik ehli âlimler nazarındaki hacamat ve dokumacılık ilminin mertebesi gibidir. Malumatın hakikatlerini kuşatan bir âlim, hacamat ve dokumacılık ilmini bilmese ne değişir ki?

 

Yukarıdaki metin Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları’ndan çıkan Zübdetü’l Hakâik – Şekva’l Garîb başlıklı kitabın 92. ve 102. sayfaları arasından alınmıştır.

Diğer Alıntılar