Fütûhât-ı Mekkiyye

 Fatih Yıldız -   16 Kasım 2020

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />
Dil: Türkçe
Sayfa Sayısı: 495
Yazar: Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî
Çeviren/Hazırlayan: Ekrem Demirli
Boyut: 16,5x23,5
Yayın Evi: Litera Yayınları
Yayın Tarihi: 2006

Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ö. 638/1240) tasavvufî görüşlerini en geniş boyutlarıyla açıkladığı eseri.

Kısaca el-Fütûḥât olarak da anılan eserin tam adı el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye fî Maʿrifeti’l-Esrâri’l-Mâlikiyye ve’l-Mülkiyye’dir. Sözlükte “açmak, yardım etmek; zafer” gibi mânalara gelen feth kelimesi (çoğulu fütûh, bunun da çoğulu fütûhât) tasavvufta “Allah’ın rızık gibi maddî, ilim ve mârifet gibi mânevî lutuflarını kuluna açması” anlamına gelir (Kâşânî, s. 135). İbnü’l-Arabî feth ve fütûhât kelimeleriyle, keşf kabiliyeti açılan kalbin ilâhî feyze nâil olması ve ilham almasını kastederek peygamberlerin ve velîlerin Allah hakkında akıl ve fikir yoluyla oluşturulan bir bilgiye sahip bulunmadıklarını, Allah’ın onları bundan uzak tuttuğunu ve keşflerinin açılmasıyla (fütûhu’l-mükâşefe) Hakk’ın bilgisini elde ettiklerini söyler (el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye [nşr. Osman Yahyâ], III, 116). İlham ürünü olan bilgiler kendisine Mekke’de geldiği ve eseri burada yazmaya başladığı için bu kitaba el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye adını verir. Kitabın bu özelliğini çeşitli vesilelerle vurgulayan İbnü’l-Arabî, noktasına varıncaya kadar eserdeki bütün bilgilerin ilâhî ilham (ilkā-i rabbânî ve imlâ-i ilâhî) mahsulü olduğunu ileri sürer (III, 477). 

el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye, müellifin “sifr” adını verdiği otuz yedi kitaptan meydana gelir. Bunlar cüzlere, fasıllara, bablara ve meselelere bölünmüştür. Ancak eser ana şema olarak altı fasla, fasıllar da 560 baba ayrılmıştır. Müellifin doğum tarihiyle (560/1165) Feth sûresinin kelimelerinin toplamının da 560 olması dikkat çekicidir (Chodkiewicz, An Ocean Without Shore, s. 22). Eserin bazı bölümleri bir iki sayfa, bazıları da müstakil bir kitap hacmindedir. 559. bölüm hacim itibariyle en geniş bölümdür. İlk yazılan “fetih” eserin bir şeması mahiyetinde olan ikinci cüzdür ki müellif bu kısmı 560 bölümün içerisinde saymaz. Eserin sonlarında yer alan bazı bölümler tarih olarak daha önce yazılmıştır. Meselâ 121. bölüm 633 (1235-36) yılında, 191. bölüm 627 (1229-30) yılında, 295. bölüm 634 (1236-37) yılında kaleme alınmıştır. Öte yandan eserin muhtevası da belli bir plana uymaz.

el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’nin ilk cüzü “Hutbetü’l-kitâb” başlığını taşıyan bir önsözle başlar. İbnü’l-Arabî burada “hakîkat-i vücûdiyye” ve “hakîkat-i Muhammediyye” kavramlarıyla varlığın yaratılışı konusuna temas ettikten sonra eseri kendisinden feyiz aldığını söylediği Şeyh Abdülazîz el-Mehdevî’ye, talebesi Abdullah Bedr el-Habeşî’ye ve onların şahsında bütün safiyet sahiplerine, muhakkik sûfîlere, velî dostlarına ve zeki kardeşlerine ithaf ettiğini söyler. İkinci cüzde 560 bölümün adları tek tek sıralanmıştır. İlim mertebelerinin anlatıldığı üçüncü cüz eserin mukaddimesini oluşturur; dördüncü cüzden itibaren birinci faslın konularına geçilir.

Eserin “maârif”ten bahseden birinci faslı yetmiş üç bölüme ayrılmıştır. İbnü’l-Arabî mârifet konularının avamın, havassın ve havâssü’l-havâssın anlayışlarına göre üç ayrı seviyede ele alınabileceğini, havâssü’l-havâssın bu konuları algılayış tarzını anlamanın kolay olmadığını göz önünde bulundurarak konuları çeşitli bölümlere dağıttığını, eseri ancak Allah’ın anlama kabiliyetini nasip ettiği kişilerin anlayabileceğini söyleyip meseleleri havas ve havâssü’l-havâs düzeyinde ele aldığına dikkat çeker. Bu faslın ilk bölümlerinde harflerin mertebeleriyle varlık mertebeleri arasındaki irtibatlar gösterildikten sonra âlemin zuhuru, besmelenin sırları, ruhların, bedenlerin ve arzın yaratılışı, arş ve taşıyıcıları, kürsî, dört büyük melek ve kutuplar anlatılmış, ilâhî ilimlerdeki olağan dışı hususlara işaret edilmiştir. Daha sonra zamanın metafiziği yapılmış, ilham ilimlerinin nasıl öğrenileceği gösterilmiştir. Unsurlar âlemi, nefis, ulvî ve süflî âlemler, ba‘s, kıyamet, cennet, cehennem, berzah ve bunların sırları, şeriatın zâhirî ve bâtınî sırları anlatıldıktan sonra velâyet konusuna temas edilerek Ehl-i beyt’in sırrı üzerinde açıklamalar yapılmıştır. Bu faslın son bölümlerinde kelime-i tevhid, tahâret, namaz, zekât, oruç ve haccın sırları üzerinde genişçe durulmuştur. Bu ilk fasıl, bütün eserin etrafında örüldüğü fikrî bir yumak gibidir. Sâlik bu nazarî temeller üzerinde kemale erecektir.

Eserin ikinci faslında ilk fasıldaki nazarî açıklamaların uygulamalarına yer verilerek tövbe, mücâhede, halvet, uzlet, firar, takvâ, farzlar, sünnetler, nâfileler, zühd, cömertlik, havf ve recâ, hüzün, açlık, şehvet, irade, uyku, uyanıklık, huşu, nefse muhalefet yolları, haset, kibir, gıybet, kanaat, hırs, tevekkül, şükür, sabır, yakīn, murakabe, rızâ, istikamet, ubûdet, ihlâs, sıdk, hayâ, hürriyet, zikir, fikir, fütüvvet, firâset, hulk, gayret, velâyet, nübüvvet, risâlet, fakr, tasavvuf makamı, tahkik makamı, hikmet makamı, kimyâ-i saâdet makamı, tevhid makamı, edep, sohbet, sefer, mârifet, ölüm, muhabbet, şevk ve iştiyak, semâ, keramet, harku’l-âdât, mûcize, rüya ve mübeşşirât, sâlikin sûreti gibi konu ve kavramlarla bunların sırları anlatılır. Bu fasıl eserin 74-189. bölümlerini ihtiva eder.

Sâlikin ahvalinin anlatıldığı üçüncü fasıl seksen bölüme ayrılmıştır. Bu fasılda sefer ve müsâferet, tarik, hal, makam, mekân, şath, tavâli‘, nefes, sır, visâl, fisâl, riyâzet, tecellî, müşâhede, mükâşefe, telvîn, gayret, hayret, letâif, fevâtih, vesm ve resm, kabz, bast, fenâ, bekā, cem‘, tefrika, murad, mürid, himmet, gurbet, mekr, rağbet, vecd, tevâcüd, vücûd, vakt, heybet, üns, celâl, cemâl, kemal, gaybet, huzur, sekr, sahv, zevk, reyy, mahv, isbat, setr, kurb, bu‘d, şeriat, hakikat, havâtır, vârid, şâhid, nefs, ruh, ilme’l-yakīn, ayne’l-yakīn, hakka’l-yakīn gibi konular ve bunların sırları anlatılır.

Dördüncü fasılda kutub ve onun iki yanında bulunan iki imamın menzilleri, tenzih, teberrâ, havz, ülfet, tecellî-i semedânî, tilâvetü’l-evveliyye, ilmü’l-ümmî, gayb ve şehâdet âlemleri, zamanın sadrı ve dördüncü felek, şehâdet âleminin varlık sebebi, gayb âleminin zuhur sebebi, saadet ve şekāvet ehli, ulvî âlemin inkisam sebebi, ulvî âlemin süflî âlem üzerine gelişinin sebebi, melâmet, evliyanın kalbine vahyin inişi ve şeytanın bundan uzak oluşu, nebîler, velîler ve meleklerin dereceleri ve farkları, azabın neden gerektiği, ibtilâ, Muhammedî şeriatın ve diğer şeriatların nefsânî garazlarla nasıl neshedildiği, âlem-i gayb ile âlem-i şehâdetin arasını ayıran menzil, büşrâ, mübeşşer-mübeşşer bih, ricâl ve nisânın bazı ilâhî mavtınlarda beraberliği, Kur’an menzili, mürekkeb ve basit, terakkî ve tedennî, “Ben eşyayı senin için, seni de benim için yarattım” menzili, uhuvvet, nebâtâtın kutba biatı, Hz. Muhammed’in menzili ve âlemler, ihlâsın sırrı, bazı âriflerin sıdklarının sırları, Allah indinde ilk saf, Hayber fethi ve o gün inen sırlar, ebvâbın fethi ve kapanması, sıfatlarda ruhlar ve nefislerin beraberliği, mânalardan perdenin kaldırılması, Ehl-i beyt’ten olmayanın Ehl-i beyt’e ilhakı, Hak ve takdir, iki secde (küllî ve cüz’î) ve sırları, ârif ve onun kendi altındakileri eğitmesi, ekvânda hali ve makamı gizli olanlar, âhir zaman mehdîsi ve vezirleri, şehâdet âleminin gayb âlemi üzerine olan tesirleri, hakikatler âlemi ve imtizac, “Ulemâ enbiyanın vârisleridir” menzili, tevhid ve cem‘ konularıyla bunların sırları anlatılmıştır. Bu fasıl eserin 270-383. bablarını ihtiva eder.

Beşinci fasılda zillet ve fakr ile ulaşılabilecek haller (münâzelât) incelenmiştir. Eserin 384-461. bablarını içine alan bu fasılda, “Allah insan ile ancak vahyetmekle veya hicabın ardından konuşur” (eş-Şûrâ 42/51) meâlindeki âyetin sırları anlatıldıktan sonra, “Kim hakir görülürse galip gelir, kim de hakir görürse mağlûp olur”; “Merhamet edene merhamet edilir”; “Edepli olan vâsıl da olur”; “Kuluma tapan kulum değildir”; “İsimler sana hicaptır, eğer onları açabilirsen bana vâsıl olursun”; “Ben senin zamanınım, sen de benim zamanımsın”; “Benim fiilimi bana iade eden bana hakkımı vermiş olur”; “Deliller ve burhanlarla bana vâsıl olmak isteyenler hiçbir zaman bana vâsıl olamazlar” gibi hikmetli sözlerin açıklamaları yapılmıştır. Daha sonra şahdamarı ve beraberliğin mahalli, kulun kalbi, irfanî keşfin gerekliliği, kābe kavseyn ve kābe kavseyn-i sânî, İslâm, iman ve ihsan mertebeleri ve sırları anlatılmıştır.

Eserin 462-558. bablarını ihtiva eden altıncı faslında makāmâtla ilgili konular ele alınmıştır. Bu fasılda Muhammedî kutuplar ve bunların menzilleri, âlemin feleklerinin devrini sağlayan on iki kutub, menzili “lâilâhe illallah” olan Muhammedî kutuplar kutbunun hali, menzili “Allahüekber” olan kutub, menzili “sübhânallah” olan kutub, menzili “elhamdülillâh” olan kutbun halleri anlatıldıktan sonra sırasıyla her birinin menzili bir âyete tekabül eden kutublardan söz edilir. İbnü’l-Arabî daha sonra, kendi zamanından kıyamete kadar gelecek kutubların adlarını zikretmesine engel olan sebepleri sıralamış ve hatmü’l-evliyâ konusuna temas etmiştir. Bu faslın son bölümünde Allah’ın isimlerinin bilinmesi keyfiyeti ve bunlardan hangisinin telaffuzunun câiz ve hangilerinin câiz olmadığı anlatılmıştır.

559. bölüm eserin bir özeti mahiyetindedir. 560. bölüm ise bir sonsöz niteliğinde olup İbnü’l-Arabî’nin hem müridlere hem de vâsıl olan kişilere hitaben yazdığı ilâhî, şer‘î ve hikemî vasiyetlerini ihtiva eder.

el-Fütûḥât esas itibariyle mensur bir eser olmakla birlikte içerisinde bir hayli şiir bulunur. Bu şiirlerin sayısı İbnü’l-Arabî’nin divanında yer alan şiirlerin yaklaşık beş katına ulaşır. Müellif ayrıca bu şiirleri Naẓmü’l-Fütûḥi’l-Mekkî adıyla bir eserde toplamıştır (Halep, Ahmediye Ktp., nr. 774). Genellikle her bölüm bir şiirle başlar. Müellif bu şiirlerin o bölümün âdeta birer özeti olduğunu, bunların kendilerine özgü mânaları bulunduğunu vurgular.

Sûfîlerin varlık ve bilgi nazariyesi, kozmolojisi ve metafizik anlayışlarının yanı sıra nübüvvet, risâlet, velâyet, melekiyyât, mebde ve meâd, tefsir ve te’vil gibi hem zâhirî hem de bâtınî yönleri olan birçok konu hakkında özgün bilgiler ihtiva eden el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’nin müellifin diğer önemli eseri Fuṣûṣü’l-ḥikem’in bir şerhi olduğu söylenebilir. Nitekim Nakşibendî şeyhlerinden Hâce Muhammed Pârsâ, “Fuṣûṣ can, Fütûḥât gönüldür” sözüyle eserin bu niteliğini vurgulamak istemiştir. el-Fütûḥât’ın özellikle II. cildinin 357-377. sayfaları arasındaki kısmın bir Fuṣûṣü’l-ḥikem özeti olduğu hissedilmektedir. Öte yandan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mes̱nevî’sini el-Fütûḥât’ın Farsça versiyonu olarak değerlendirenler de vardır. İbnü’l-Arabî, Mısırlı sûfî İbnü’l-Fârız’dan et-Tâʾiyyetü’l-kübrâ’sını şerhetmesini istediğinde onun, “Senin el-Fütûḥât’ın onun şerhidir” dediği rivayet edilir. Müellifin 400’ü aşkın eserinin her biri el-Fütûḥât’ın bir bölümüne yazılmış birer zeyil olarak değerlendirilebilir. Meselâ Kitâbü’t-Tecelliyyât el-Fütûḥât’ın 382. bölümünün, Kitâbü’l-Menzilü’l-menâzil de 22. bölümün birer zeyli gibidir, el-Fütûḥat’ın diğer bir önemli özelliği de nakledilen bir sûre veya âyetin, eserin hem kendi iç bölümleri arasında, hem de el-Fütûḥât ile başka bir eseri arasında fikrî bağlantı kurmada anahtar rol oynamasıdır. İbnü’l-Arabî bütün eserlerinin Kur’an’ın hazinelerinden olduğunu, kendisine Kur’an’ın fehminin ve nusretinin bahsedildiğini sık sık söyler. Bundan dolayı el-Fütûḥât’a tasavvufî bir Kur’an tefsiri demek de mümkündür.

Pek çok kitap okuduğunu, ancak el-Fütûḥât’tan daha kapsamlı bir eser görmediğini söyleyen Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’ye göre bu eserde şeriatın sır ve hikmetlerine, müctehidlerin ictihadlarını ortaya koyarken dayandıkları esaslara geniş yer verilmiştir. Bir müctehid bu eseri inceleyecek olursa bilgisi artar, daha önce bilmediği istidlâl şekillerini ve bunların sırlarını öğrenir, isabetli bir şekilde gerekçe tesbit etme imkânını kazanır. Bir müfessir, bir hadis yorumcusu, bir kelâmcı, bir dil veya kıraat âlimi, hatta bir rüya tabircisi bu eserden kendi alanıyla ilgili pek çok yeni şey öğrenir. Bir tabip, bir mühendis, bir mantıkçı, bir kimyacı ve bir tabiat âlimi için de aynı şeyi söylemek mümkündür (el-Kibrîtü’l-aḥmer, s. 3).

Çeşitli vesilelerle tefsir, hadis, fıkıh ve kelâmla ilgili pek çok meseleye temas eden ve bunlara dikkate değer açıklamalar getiren İbnü’l-Arabî’nin bu hacimli eseri yazıldığı tarihten itibaren pek çok âlimin dikkatini çekmiş, defalarca istinsah edilmiş, şerh ve ihtisar şeklinde bazı çalışmalara konu olmuştur.

Mahmut Erol Kılıç, “el-Fütûhâtü’l-Mekiyye”, DİA, XIII, 251-258

Diğer Kitaplar