Osmanlı’nın Son Velûd Kalemlerinden Kâtip Mustafa Fevzi Efendi

 İlme Vukuf -   Cihad Demirci -   23 Mayıs 2022

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhânevî’nin esas ve usullerini içtihat ettiği ve kendi ismi ile anılan “Ziyâiyye” yolu, on dokuz ve yirminci yüzyılı bilfiil etkilemiş bir tasavvufî hareket olarak belirmiş ve tesirleri yirmi birinci yüzyılda da fikirden sanata, sosyal hayattan kültürel/edebî sahalara kadar pek çok alanda hissedilmiştir.

Gümüşhânevî’nin özellikle İstanbul çevrelerinde ve genel olarak İslâm dünyası üzerinde bu denli büyük bir tesiri olmasının şüphesiz en önemli saiklerinden biri vefatından sonra kendi anlayışı üzere hizmetini dünya coğrafyasına yayan kâmil halifeleridir. Kendisinin ardından Gümüşhaneli Dergâhı’ndaki makamına postnişin olan Hasan Hilmi Kastamonî’nin halifelerinden Kâtip Mustafa Fevzi Efendi ise Ziyâiyye yolunun inceliklerini ortaya koyan birincil kaynak sadedindeki telifleri ile ayrıca bir mühim vazifeyi deruhte edinmiştir. Kendisinin tarikatin muhit olarak merkezinde, tekkede bulunması, yeterliliğinin takdir edilmesi, şeyh efendiler ile yakın irtibatı ve diğer halifelerin coğrafyamızın çeşitli yörelerindeki kütüphanelerinde bu eserleri çokça bulundurması gibi hususlar da teliflerinin Gümüşhânevî Dergâhı’nca kabul edildiğinin göstergesidir. Hatta halihazırda kabirleri Süleymaniye Camii haziresinde bulunan başta Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhânevî olmak üzere dergâhın diğer şeyhleri Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi, Safranbolulu İsmail Necati Efendi ve Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin Efendi’nin vefatlarına tarih düşmüş ve bu beyitler kabirtaşı kitabelerine yazılmıştır.

Ayrıca dergâhın kapısındaki şu meşhur beyit kendisine aittir:

“Nakşibendî dergâhıdır bu, makâm-ı dil-küşâ

İşte meydân-ı muhabbet, gel azizim merhabâ” 

Gümüşhânevi dergâhı çevreleri haricinde de Mustafa Fevzi Efendi, dönemin bilinen ve takip edilen entelektüellerindendir. 1909 ile 1919 yılları arasında 161. sayıya kadar yayın hayatına devam eden Ceride-i Sûfiyye dergisinde makaleleri yayınlanmış, bir dönem başmuharrirlik yapmıştır. Hüseyin Vassaf, Sadık Vicdanî, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, İbnülemin Mahmud Kemal İnal gibi isimlerle irtibatı ve dostluğu olmuştur.

Dervişlik âdâbını manzum olarak anlatan kitap

Dergâhın asrımızdaki son temsilcilerinden merhum Mahmud Esad Coşan Hocaefendi de müellife ve eserlerine sitayişkâr ifadelerle şu şekilde değinmiş: “Tekkemizin eski harfli manzum bir kitabı vardır. Onu neşretmedik ama neşretsek iyi olur. Mîzânü’l-İrfân diye bir kitaptır. Manzum bir eser, eski harflidir. Mîzânü’l-İrfân çok güzel, dervişlik âdâbını manzum olarak anlatıyor. Orada Allah’a karşı kulluk edebi, Resûlullah’a karşı ümmetlik edebi, sultana karşı tebâlık edebi, şeyhe karşı dervişlik edebi gibi konuları anlatan güzel bölümler var. Eski yazıyı bilenlere tavsiye ederiz. Kendi kendimize inşallah o kitabı neşretmeye niyet edelim de arkadaşlar okusunlar. Bizim Gümüşhaneli Dergâhımız’ın kitaplarındandır.”

(17.10.1992)

KDY tarafından bu Haziran ayında yayınlanan Kitâb-ı ZiyâiyyeMustafa Fevzi Efendi’nin Mir’âtü’ş-Şühûdİsbâtü’l-MesâlikRehber-i Zâkir ve Mîzânü’l-İrfân isimli dört kitabının bir araya getirilmesi suretiyle özenle hazırlanmış bir eser. Eseri yayına hazırlayan Fatih Yıldız, eserin giriş kısmında, rahmetli Esad Coşan Hocaefendi’nin bu ifadelerle yönlendirme yaptığı eseri, yayına hazırlamaya girişmesinden yıllar sonra, özel kaynak ve belgelerle de zenginleştirerek, yoğun emeklerle tamamlanıp yayınlanabildiğini ifade ediyor.

Kitabın giriş kısmında hazırlayan tarafından Mustafa Fevzi Efendi’nin hayatından, eserlerinden, Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhânevî ve Ziyâiyye yolundan bahsedilen bölümler de ayrıca önemli bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Nakşibendî-Hâlidî-Ziyaî geleneğin seyr u sülük, tarikat, halvet, zikir, rabıta vs. gibi kavramlar hususunda anlayışına dair bilgiler yanı sıra vahdet-i vücud, vahdet-i şühud, vücud mertebeleri gibi tasavvufun nazarî mevzularına dair yorumlarını ihtiva eden eserin, sahanın araştırmacıları için mühim bir çalışma olacağı aşikâr. Bünyesinde Şâzilî nispet ve Ekberî neş’eyi, hafî ve cehrî zikri, celvetle halveti mükemmel bir şekilde mezcetmiş olan mevzubahis tarikatin amelî ve nazarî esaslarının incelendiği bu dört kitaplık külliyat genel mânada tasavvufa ilgi duyan, bu alanda okumalar yapan herkes için kıymetli bilgiler sunmakta. Neşre hazırlayanın tespitiyle, Nakşibendî-Hâlidîlik özelinde emsalleri arasında yukarıda sayılan özellikleriyle Osmanlı İstanbul’unun tasavvuf mirasını hazmetmiş bir “İstanbul Hâlidîliği”nden bahsetmesi de üzerinde bundan sonra daha fazla düşünülmesi gereken bir tespit olacağa benzemektedir. Manzum olarak yazılmış olması, Kâtip Mustafa Fevzi Efendi’nin edebî zevkini temaşayı mümkün kıldığı gibi irfanî geleneğimizin bazı zor mevzularının anlaşılmasını da daha kolay hale getirdiğini görmekteyiz.

1000 yıllık tasavvuf mirası

1925’te tekkelerin kapatılması ve 1928’de harf inkılabı ile mensubu olduğumuz geleneğin önemli ve kıymetli pek çok zenginliğinden birden bire mahrum hale getirildik. Tam da aynı sayılabilecek dönemlerde yazılması kader-i ilahîsi ile bu eserler geçtiğimiz yüz yıl boyunca ilgimizden uzak kaldı. Mustafa Fevzi Efendi’nin sufi meşrebi mucibince, tevazuu da onun güzide teliflerini gözlerden uzak tutan bir etken olmuştur. Buna rağmen bugün şunu ifade ediyoruz ki, onun eserlerinden 1000 yıllık tasavvuf mirasımızın ana mevzuları, genel mânada Nakşibendîliğe dair izleri, Halidî-Ziyâîlik ve bilhassa Gümüşhânevî hakkında hususi içerikleri okumalı, takip etmeli ve bugün daha çok muhtaç olduğumuz “tasavvuf” meselesine dair algılarımızı yoklamalıyız.

Bu vesile ile bu kıymetli eserin müellifi Mustafa Fevzi Efendi ve yönlendirmesiyle yol gösterici olan Mahmud Esad Coşan Hocaefendi’yi rahmetle anıyor, yayına hazırlayan araştırmacı Fatih Yıldız’a teşekkür ediyor ve ilgilisine eserden birkaç beyit sunuyorum:

“Bu tarikin hâsıl-ı sermâyesi

Hem dahî seyr u sülûkun zübdesi

Sû-i ahlâktan sefer etmek gerek

Hüsn-i ahlâk şehrine girmek gerek”  (Mir’âtü’ş-Şühûd, s.83)

***

“İşte bu kalp çok geniştir Fevziyâ

Böyle vâsi’dir kulûb-i evliyâ

Kalbe nisbet pek küçük arz u semâ

On sekiz bin âleme oldur hümâ”     (İsbâtü’l-Mesâlik, s.207)

****

“Her işi edep ile ehl-i dîlin

Cümle ahvâli edeptir ekmelin

Sanma nefsinden çıkardı evliyâ

Bunca âdâbı, gürûh-ı asfiyâ”       (Rehber-i Zâkir, s.274)

***

“Bilmek istersen Hudâvend-i azîmü’ş-şânını

Nûr-ı aynım al bu Mîzân’ımla tart irfanını”    (Mîzânü’l-İrfân, s.425)

***

“Söyleyim ben bir misâl-i mûteber

Kâinat bir bahçedir, âdem şecer

Dalları ebnâ-yı âdemdir hemîn

Hem çiçekler evliyâ ü sâlihîn

Bu ağacın enbiyâdır meyvesi

Hem Muhammed Mustafâ’dır zübdesi” (Mîzânü’l-İrfân, s.477)

Diğer Yazılar