SERGÜZEŞT-İ RÛHÂNÎ Ruhlar Âlemi’nden Şehâdet Âlemi’ne

 İrfana Vukuf -   Fatih Yıldız -   30 Nisan 2021

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

SERGÜZEŞT-İ RÛHÂNÎ

[Ruhlar Âlemi’nden Şehâdet Âlemi’ne]

 

15.

Yüzerken bahr-i vahdette açıldı neş’e-i ervâh

Ta’alluk nisbeti giydim, büründüm kisve-i misbâh

[Vahdet/birlik denizine gark olmuş, ayniyet hanindeyken, ruhlar âleminine tenezzül zuhur etti. Vahdetle kesilmez bir alakalayla birlikte artık mücerret, latif bir kisveye büründüm.]

 

16.

Sanırsın başka bir âlem mi zâhir oldu meydanda

Anı îcâb eden bir Vâhid-i mutlaktı her anda

[Başka bir alemin zâhir olduğu nispeten kabul edilse de onu tecellileriyle gerekli kılan ve her an, sürekli var eden mutlak birliğin sahibi Allah’tır.]

 

17.

O vahdetten tecelli gördü de ervâh zuhûr etti

Bu kesret vehmini kaldır, yine zâhir o vahdetti

[Ruhlar âlemi, o vahdet âleminin tecellileriyle ortaya çıktı. Akıl bunu kesret ve gayriyetle idrak etse, vehim vahdeti idrakten aciz kalsa da yine ortaya çıkan vahdetin türlü cilveleridir.]

 

18.

Sanırsın bu ta’ayyünler vücûd-ı cây-ı imkândır

Hakîkat-bîn olanlar gördüler el-ân kemâ kân’dır

[Akıl bu mertebeler halinde zuhur etme durumunu, imkân/vahdetin gayrı olarak görür. Hakikat ehli olanlar ise “Allah vardır. O’nunla birlikte başka bir şey yoktur. ‘Şu an da öyledir.’” hadisinin mefhumuna uygun olarak, bu kesrette varlığın birliğini görürler.]

 

19.

Hakîkatte ne âlem var, ve âdem var, ne hod imkân

Tecellî kendine kendi eder, Hak böyledir her ân

[Akıl ve vehmin idrakinin zıddına hakikatte Allah’ın gayrı olarak bir âlem, insan ve mümkünler denilebilecek Vâcip varlığın haricinde bir varlık yoktur. O her an, sürekli kendi kendine, Vâhidiyet’ten Vahdet’e, Zât’ından sıfatlarına tecellî ederek, varlığının sonsuz imkanlarını ortaya koymaktadır.]

 

20.

İzâfet ve ta’ayyünden münezzeh Zât-ı mutlaktır

Bütün eşyâ zılâl-i Zât-ı Hak, bu muhakkaktır

[Allah’ın muhlak Zât’ı bütün bu izafet, taayyün ve tezahürlerden münezzehtir. Bütün varlığın hakikati, Allah’tın Zât’ının gölgesi olan şuunât’ın, sabit aynların tecellîleridir.]

 

21.

Hayâlât-ı müsennâ asl-ı vahdetten kinâyettir

Hayâlâtı görür de asla varmaz göz, ne hikmettir

[İmkan ve vücup olarak ortaya konular izafî ayırım hayal gibidir, hakikatte vahdetten ibarettir. Gözler, idrakler, aklın basit yöntemleriyle hareket eder, hayalleri görür de bunların aslına ulaşmazsa bu hayret verici bir durumdur.]

 

22.

Bu çeşm-i gaflet-âlûdun seni iğfâl eder her dem

Basîret çeşmini aç, gör ki kimdir mahrem ü hem-dem

[Bu gaflete bulaşmış gözlerin seni aldatır, hakikati idrakten alıkoyar. Baş gözü kapayıp, basiret gözünü aç ki, o zaman görürsün seninle dost olan mahremin kimmiş.]

23.

Kalem tuğyana vardı naklederken seyr-i maʻnâdan

İşit bir armağanım var sana innâ ceʻalnâ’dan

[Ruhlar âlemine zuhuru naklederken kalem çoştu, taşkınlık etti. Şimdi dinle sana “Muhakkak biz kıldık”  (Sad 25) âyetinden bir armağanım var.]

 

24.

Hafâ-yı lâ-ta’ayyünden gelip ervaha yerleştim

O âlemde meleklerle görüştüm hem de birleştim

[Gzililerin en gizlisi, bütün nam ve nişanlardan münezzeh, mutlak varlık olan Lâ-taayyün makamından mertebeler halinde gelip ruhlar âlemine zuhur ettim. O âlemde, o mertebenin fertleri olan meleklerle birlik ve beraberlik halindeydim.]

 

25.

O bahr-ı külzüm-i maʻnâda ikmâl eyledim seyri

Getirdim âlem-i kevn ü fesâda nevbet-i devri

[O, latif, mânalar aleminde hakikatime uygun bir şekilde, kabiliyetim miktarı seyri tamamladım. Bundan sonra, cisimler ve oluş-bozuluş alemi olan, içinde bulunduğumuz şehâdet âlemine mertebece sıra gelmiş oldu.]

 

26.

Geçerdim arş u kürsîden tarîk-i devr-i seyrânî

Bütün eflâke teşmil eyledim ber-seyr-i rûhânî

[Misal aleminin mertebeleri olan bütün felekleri ihata etmiş olan arş ve kürsîden devrî bir seyirle yol aldım. Sonra ruhanî/misâlî seyri cisimler âleminin mertebeleri olan feleklerde de gerçekleştirdim.]

 

27.

Bütün seyyâre ve sâbit kevâkib hâk-i pâyimdi

Bütün âvâze-i ecrâm benim tanbûr u nâyimdi

[Bütün gezegenler ve yıldızlar ayağımın altındaydı. Gökleri süsleyen bütün gök cisimleriyle münasebetim vardı.]

 

28.

Nice bin kevkeb-i şemse nüfûz ettim, hurûc ettim

Gehî arza nüzul ettim, gehî arşa urûc ettim

[Güneşin binlerce yıldızına nüfuz ettin, onlardan faydalandım. Bu halimle bazen yere indim, bazen aşra çıktım.]

 

29.

Semâda ra’d u berk oldum, ederdim sayhalar izhâr

Sehâb-ı dem-nisâr oldum gözümden aktı yağmurlar

[Göklerde şimşek ve yıldırım oldum, gök gürültüleri çıkardım. Yağmurlar yağdırıcı bulutlarla hemhal oldum.]

 

30.

O dem cevv-i semâda rûzigârlarla beraberdim

Esip semt-i fezâda çerh-i devrânı da döndürdüm

[Gökte rüzgarlarla beraber bulundum. Uzayda dünyanın dönüşüne de iştirak ettim.]

 

 

Devamı var…

Diğer Yazılar