Sülemî’nin Tabakâtü’s-sûfiyye’si Üzerine

 İrfana Vukuf -   Alirıza Farımaz -   23 Nisan 2021

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

Sülemî’nin Tabakâtü’s-sûfiyye’si Üzerine

Sûfî tabakat müelliflerinin en meşhurlarından olan Ebû Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî (v.412) miladi 10. ve 11. yüzyıllarda yaşamış bir sûfî alimdir. Sûfîler ve zahidlerle yakın ilişki içerisinde olan bir ailede, hususen dedesi İbn Nüceyd’in elinde yetişmiştir. İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerine giderek Dârekutnî (v.385) ve Hâkim en-Nîsâbûrî (v.405) gibi önemli muhaddislerin de aralarında bulunduğu ulemanın altında İslâmi ilimler tedrisatından geçmiş ve Beyhakî (v.458) gibi önemli hadis alimlerinin de aralarında bulunduğu isimlere hocalık yapmıştır. Bu anlamda hadis geleneğinde de önemli bir yere sahiptir. Tasavvufî gelenek açısından bakıldığındaysa dedesinin yanı sıra Şeyh Ebu Bekir Şiblî’nin (v.334) sohbetinde yetişen Nasrâbâdî’nin (v.367) önde gelen öğrencilerinden olan Sülemî’nin müridleri arasında Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr (v.440) ve Kuşeyrî (v.465) gibi meşhur sûfîler yer almaktadır. Birçok eser kaleme aldığı kaynaklarda geçmekle birlikte bunların çoğu bugüne ulaşamamıştır. Telifâtı arasındaki en meşhur ikisi, sûfî biyografisi mahiyetindeki Tabakâtü’s-sûfiyye ve ilk işârî tefsir örneklerinden olan Hakâiku’t-tefsîr şeklinde zikredilebilir. Sonraki dönemde sûfî müellifler arasında mezkûr eserler esas alınarak, onlar üzerinden bir tabakât ve işârî tefsir yazım geleneğinin de -tercüme, şerh ve zeyl gibi- gelişmiş olması eserlerin önemini ortaya koymaktadır. Bunların yanında müellifin melâmet, fütüvvet, edep, sülûk ve benzeri konuları ihtiva eden birçok risalesi de bulunmaktadır. Son yüzyılda bulunan Zikrü’n-nisveti’l-müteʿabbidâti’s-sûfiyyât başlıklı eseri de kadın sûfîlere hasr edilmiş müstakil bir biyografi olması bakımından sûfî biyografileri alanında dikkat çekicidir. Bu yazıda günümüze ulaşan en eski sûfî tabakat kitabı olan ve miladi 9. asırdan kendi dönemine kadarki sûfîleri ele alan Sülemî’nin Tabakâtu’s-sûfiyye’si ele alınacaktır.

Sülemî’nin biyografik mâhiyetteki tek eserinin Tabakâtu’s-sûfiyye olmadığı kaynaklarda geçmektedir. Kitâbü’z-zühd, Târîhu’s-sûfiyye, Târîhu Ehli’s-suffe isimli eserlerinde sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin dönemlerinden abidlerle zahidlerin hayatlarını aktardığı lakin mezkûr eserlerin bugüne ulaşmadığı ifade edilmektedir. Sülemî de bizzat, günümüze ulaşan eseri Tabakât’ın mukaddimesinde ilk dönemlerde yaşayan şahsiyetleri Kitâbü’z-zühd’ünde ele aldığını, bu eserde ise  “son dönemde yaşayan, hâl ehli olan, tefrid diliyle tevhid hakikatlerini konuşan” velilerin hayatlarını aktaracağını belirtmektedir. Bu bağlamda eserinde sahabe ve tabiin döneminden zahidlere yer verilmemektedir. Beş tabaka şeklinde ilerleyen eserin ilk dört bölümünde yirmişer sûfî yer alırken –ikinci tabakada Muhammed ve Ahmed b. Ebi’l-Verd kardeşler aynı başlıkta anlatılmıştır- beşinci tabakada yirmi dört sûfî bulunmaktadır.[1] Tabakaların ne şekilde belirlendiği hususunda müellif tarafından net bir sebep belirtilmemiş olup bazı istisnalarla birlikte genel anlamda kronolojiye uygun şekilde ve nesil mantığıyla gidildiği anlaşılmaktadır. Müellifin eserini ömrünün son yıllarında yazdığı görüşü göz önünde bulundurulduğunda yaklaşık iki yüz senelik bir zaman diliminin ele alındığı görülmektedir.

Metnin anlatım biçimi incelendiğinde her bir sûfîyi ele alan bölümün isim, nisbe, künye ve yaşadığı bölgeyi içeren tanıtım mahiyetinde kısa bir biyografik bilgilendirmeyle başlandığı görülmektedir. Devamında bu hususlara dair ihtilafları ortaya koyan ve/veya çözen –eğer varsa- rivayetlere yer verilmektedir. Bunların ardından konu edilen sûfînin de senedinde yer aldığı hadis-i şerif rivayetleri sunulmaktadır. Bu vesileyle Hz. Peygamber’den, ele alınan sûfîye gelen bir zincirin de varlığı gösterilmiş olmaktadır. Bu kısmın ardından Sülemî’ye uzanan isnadlara da yer vererek sûfînin söz ve fiillerini içeren rivayetlere yer verilmektedir. Sûfîlere dair rivayetlerde dahi senedlere bu derece ehemmiyet verilmesi de hem Sülemî’nin muhaddis yönünün etkisiyle hem de ilimleşme sürecindeki bu geleneğin kaynaklarındaki sıhhat problemini aşma gayretiyle açıklanabilir. Bu rivayetlerde ahlak, zühd, i’sâr, melâmet, fütüvvet, mücâhede, riyâzet, ilim vb. temaların ağırlıkta olduğu görülmektedir. Rivayetlerin metinlerinde geçen “meclisinde yer aldı, sohbetinde bulundu vb.” gibi ifadelerin sûfîlerin birbiriyle olan şahsî etkileşimlerine ve maddi-manevi alışverişlerine delalet eder mahiyetine karşın sonraki dönemde kavramlaşan intisab ve beyat gibi hususlara karşılık olarak değerlendirilmesi ancak ihtimal seviyesindedir.

Tabakalarda farklı bölgelerden isimler yer almakla birlikte işlenen 105 sûfînin 54 tanesinin Horasanlı olması da Horasan ve Irak ekollerinin tasavvufi meselelere dair farklı yaklaşımlara sahip olmaları açısından Sülemî’nin bu hususta konumunu belirlemede dikkat çekici bir husustur. Sülemî’nin de Horasan bölgesinde yetişmiş ve sair bölgelerde de sıkça bulunmuş olmasının bu duruma etkisi olduğu şüphesizdir. Bu bağlamda müellif farklı bölgelerin meselelere dair farklı yaklaşımları üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmamış olsa da rivayetler dikkatle incelendiğinde zühd, i’sâr, şatahât ve melâmet gibi hususlardaki yaklaşım farkları görülmektedir. İncelediği 105 sûfînin tamamını erkekler oluşturmaktadır ki tamamlayıcı mahiyette kadın sûfîleri ele aldığı bir eserinden de yukarıda bahsedilmiştir. Kitapta yer alan haberlerin kaynaklarına bakıldığında sözlü rivayet metodunun önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Rivayetleri aktarırken kullandığı lafızların ve senedlerin düzenli verilmesi göz önüne alındığında muhaddis kimliğinin bu duruma olumlu anlamdaki etkisi anlaşılmaktadır. Bunun yanında bazı yazılı eserlerin de kaynak olarak kullanıldığı bizzat Sülemî tarafından belirtilmektedir. Eserlerin ismini vermeyip “filan kişinin kitabından aldım” benzeri ifadeler olduğu gibi bazı yerlerde doğrudan kitap isimleri de verilmektedir. Ebû Ömer el-Kindî’ye ait A’yânu’l-mevâlî, Cafer el-Huldî’nin Hikâyetu’l-meşâyih’i, dedesi İbn Nüceyd’in müsveddeleri, yazılı rivayet aktarımları gibi yazılı örnekler eserde geçmektedir.

Tabakâtu’s-sûfiyye elimizdeki en eski tarihli sûfî biyografisi olmasının yanı sıra bu literatüre etkileri açısından da önemli hususiyetlere sahiptir. Sair İslamî ilimler alanında yazılan tabakât kitaplarından farklı olarak sûfî tabakâtları doğrudan tasavvuf ilminin esasını teşkil eden el kitabı mahiyeti taşımaktadır. İnsanın ve şahsi tecrübenin merkezde olduğu tasavvufi anlayışın temsilcilerinin yaşam ve sözlerinin anlatıldığı tabakâtlar, biyografik bilgilerin ötesinde tasavvufun ne olduğuna ve nasıl yaşandığına ışık tutmaktadır. Kişi bu eserler yoluyla bir sûfînin ahlâkını, yöntemini ve nasıl yaşadığını görerek ona göre kendini şekillendirme imkanı bulmaktadır. Bu bağlamda Tabakâtu’s-sûfîyye yukarıda belirtildiği üzere kendinden önce yazılmış eserlerden istifade etmiş olmakla birlikte sonrasında gelişen sûfî tabakât yazıcılığı geleneğini de tamamiyle etkilemiştir. Horasan sûfîlerine geniş yer vermesi, Irak’ın aksine İslam coğrafyasının nisbeten taşrasında kalan bir bölgenin temsilcilerinin merkeze taşınmasına ve anlayışlarının meşruiyetinin sağlanmasına önemli bir katkı sağlamıştır. Kitabı vesilesiyle kurduğu yapıyla Irak ve Horasan anlayışlarının bütünlüklü bir şekilde temsiliyetine imkan vermiştir.

Sonraki dönemlerde kaleme alınan eserlerin çoğunu Tabakât’a yapılmış zeyller olarak değerlendirmek mümkündür. Herevî’nin (v.481) Tabakâtu’s-sûfiyye şeklindeki aynı ismi taşıyan Farsça eseri, Molla Câmî’nin (v.898) Nefehâtü’l-üns’ü, Lamiî Çelebi’nin (v.938) Fütûhü’l-mücâhidîn’i ve Süleyman Şeyhî’nin (v.1235) Lemaât’ı bu duruma doğrudan örnek gösterilebilir eserlerdir. Bunlar Sülemî’nin eserinin genişletilmiş ve farklı dillere çevrilmiş versiyonları şeklindedir. Bunların yanı sıra farklı bir metod kullanılan eserler dahi Sülemî'nin kitabına bigane kalmamış ve sıkça atıf ve alıntılar yapmışlardır. Ebû Nuaym Isfahânî (v.430) Hilyetü’l-evliyâ’da, Kuşeyrî er-Risâle’de ve Hücvirî (v.465) Keşfü’l-mahcûb’da farklı bir metod ve yaklaşım takip etseler de pek çok yerde Sülemî’nin eserine başvurmuşlardır. Bu noktada sûfî tabakâtı yazımında iki ekolün temsilcileri olarak ifade edilebilecek Isfahânî’nin yöntemi ile Sülemî’nin yaklaşımı arasındaki farklara değinmek faydalı olacaktır. Sülemî’nin tabakât alanında farklı dönemleri ele alan birden çok eser yazdığı, bunlara Kitâbü’z-zühd ve Tabakâtu’s-sûfiyye gibi farklı gruplara işaret eden isimler verdiği görülmektedir. Buradan doğrudan olmasa da zihninde zâhid ve sûfî ayrımı olduğuna dair işaretlere ulaşmak mümkündür. Ek olarak melâmet neşesinin baskın olduğu ve şatahât gösteren sûfîlere de tabakâtında yer vermektedir ki bu durum fazla seçmeci bir tutumda olmadığını göstermektedir. Isfahânî ise Hilye’de Tabakât’ı esas kaynakları arasına alarak işlenen şahısları büyük ölçüde alsa da bazı isimlere eserinde yer vermemiştir. Mesela Mansûr el-Hallâc’ı (v.309) dışarıda bırakmış olması, üç İmama yer verirken Ebû Hanife’yi (v.150) almaması ehl-i hadis anlayışına yakın olduğu izlenimini vermektedir. Bir diğer husus olarak da Sülemî’nin aksine sahabeden kendi zamanına kadarki bütün nesillerden isimleri eserine almıştır. Bu tavırdan hareketle de Isfahânî’nin tasavvuf tarihi açısından daha bütünlükçü bir bakışa sahip olduğu şeklinde bir yorum yapılabilmektedir.

Tabakâtu’s-sûfiyye İslam tarihi boyunca farklı tabakât eserleri içerisinde genişletilerek varlığını korumuştur. 20. asrın başında Sülemî’nin çalışmaları özellikle J. Pedersen, Arberry, Massignon gibi oryantalistler tarafından ilgi görmüş, risaleleri ve kitapları üzerine makaleler yazılmış bu süreçte Tabakât da Batı dillerinde kısmi tercümeleri yapılarak neşredilmiştir. Eserin 2019 yılında Jean-Jacques Thibon tarafından yapılmış tam bir Fransızca tercümesi yayınlanmıştır. Yine 2015 yılında Jawid Mojaddedi tarafından eser üzerinden gelişen geleneği konu alan The Biographical Tradition in Sufism: The Tabaqat Genre from al-Sulami to Jami başlıklı bir çalışma yapılmıştır. Tahkikli Arapça neşri ise ilk defa 1960lı yıllarda Nureddin Şeribe tarafından Mısır’da yapılmıştır. Türkiye’de Mahmud Esad Coşan Hoca efendinin halka açık olarak gerçekleştirdiği Tabakâtu’s-sûfiyye dersleri eserin geniş çaplı tanınmasına vesile olmuştur. Türk akademisinde Sülemî, büyük oranda Süleyman Ateş’in çalışmalarıyla gündeme gelmiş ve birçok risalesi tercüme edilmiştir. Sonraki yıllarda Tabakâtu’s-sûfiyye bazı makalelere konu olsa da kâmil bir çeviri 2018 yılında Abdurrezzak Tek tarafından İlk Zâhid ve Sûfîler başlığıyla yapılmış ve Bursa Akademi Yayınları tarafından neşredilmiştir. Türkiye Yazma Eser kataloglarında Beyazıt vb. İstanbul kütüphanelerinde nüshalarına rastlanmaktadır. Doğrudan bu eseri konu alan bir akademik çalışma ise 2020 yılında İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisans tezi olarak yapılmış ve “Tabakât Literatürünün Ortaya Çıkışı: Sülemî'nin Tabakâtu's-Sûfiyye'si” başlığıyla Soner Eraslan tarafından yayınlanmıştır.

 


[1] Çalışma süresince incelenen baskı, Abdürrezzak Tek’in Bursa Akademi Yayınları’ndan çıkan çevirisidir. Eserin diğer baskılarında ve literatürü ele alan çalışmalarda son tabakada 23 kişinin yer aldığı konusunda ittifak vardır.

Diğer Yazılar