Yaratılış Amacımız

 İrfana Vukuf -   Cihad Demirci -   02 Aralık 2020

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

      Mustafa Fevzi b. Numan (1924), Nakşibendî-Ziyâiyye yolunun tanınmış halifelerinden ve Osmanlı son dönem sufi muhitlerin muteber müelliflerindendir. Onun yazdığı Mîzânü’l-İrfân isimli mühim eserin “Hilkat-i Benî Adem’in İllet-i Gâiyyesi Beyanındadır” başlıklı bölümünün mensur sadeleştirilmesini okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.[1]

      YARATILIŞ AMACIMIZ

      Allahu Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’inde, “Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” [2] buyurmuştur. İnsan, imanını bu âyet üzerinden anlamlandırmaya çalışmalı ve aynı zamanda bu âyeti terazi kabul edip irfanını buna göre tartmalıdır. Bu âyet-i kerîme, Peygamber Efendimiz’in şu kudsî hadisinin de işareti ile daha doğru anlaşılır;

      “Ben gizli bir hazine idim. Tanınmayı istedim. Sevdim ve kâinatı yarattım.”[3]

      Ey kardeşim!

      Bu hakikati anlayabilmen için aklını bir kenara bırakman ve bedenin ile ruhunun baş başa kalması gerekir. Düşüncelerini dış dünyadan çekerek kendi varlığınla sınırlaman yani sadece nefsinle meşgul olman lazımdır. Böylece dünya ve içindekiler senin fikirlerine hiç dahil olmasınlar. Kendin hariç her şeyi unut ve kendin kendinin dünyası ol. Vehimlerinden ve hayallerinden kurtul, düşün düşün... Bundan sonra bildiğin her şeyi de tamamen terk et. Sahip olduğun ilim de düşüncene zarar vermesin. Böylece cehalet mertebesine in fakat cahil olduktan sonra cahil olduğunu da düşünme. Bundan sonra sırada bedenin gelir. Bedenini de unut. Tüm unsurlarını bir kenara bırak. Zamandan, mekândan, kalbinden ve tüm kalıplardan geç; sırf ruh ol.

      Bu halden sonra ruhunu da kendine mal etmeden, buradan da geç. “O hâlde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona rûhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın.”[4] âyet-i kerimesinden ders al ve ruhunu asla kendine mal etme. Nasihatlerimi böylece “yok” olarak dinlersen derdimi anlayabilirsin.

      Bu makam zordur, çetindir, önünde yakîn ehli bir mürşidin olması gerekir. Pek çok kimse kendini arif sanır ve laubali sözlere aldanır. İşin aslı ise “arif”, nefsini yok eden ve düşüncelerini bir olan Allah’ta birleyen kimseye denir. Ariflerin her şeye “Allah” dediğini sanma, aksine onlar hiçbir şeye varlık vermezler. Düşüncelerini hiçbir şeye yönlendirmeden sadece Allah’a nazar ederler.

      Sonuç olarak, sadece düşünce ol kardeşim!  Düşüncelerin bu sözlerime yönelsin. Maksadımı başka türlü anlayamazsın. Kalbimden geçenlerin tercümanı olan bu kelimeleri dinle ki can kuşun bu sözlerimle coşsun.

      Ey muhabbet avcısı!

      Seni aşkına kavuşturmamı istersen beni dinle. Muhabbet avının ne olduğunu anlamak için dikkatli dinle. Bu sözler incedir, dikkat et. Bizim sahibimiz Allah’tır ve yardımcımız da Allah adamlarıdır. Çünkü veliler, hakiki avcılardır. Peygamber Efendimiz de velilerin yardımcısıdır. Veliler Efendimiz’den, Efendimiz de Allah’tan alır. Cihanı imar eden silsile de budur. Yani sermayemiz bu silsile sayesindedir ve hepimiz de bu yolda avcılarız.

      Yaratılıştan Allah’ın maksadının ne olduğu konusunu ve “Ben gizli bir hazineyim” kudsî hadisinin mânasını anlamak istersen dinle.

      Yaratılışın, özellikle de insanın yaratılışının gayesi nedir?

      Yemek içmek mi? Birkaç günlük dünya düzeni mi? Hoşça vakit geçirmek mi? Yalnızca dünya hayatı mı? Nedir?

      Doyumsuz insanlara muhtaç olmamak için, yeteri kadar dünyalık hepimize lazımdır. Tembel olmamak ve dünyalık için çalışmak gereklidir. Zaten Allah da tembelleri sevmez. Fakat buna kapılıp âhireti de feda etmemek gerekir. Her çalışmanın, niyetin, önermenin bir sonucu olduğu gibi bunca dünyalık için çalışmanın da sonucunu hesaplamak gerekir. Bunca gayretin neticesi eğer bir hiç olacaksa, zaten o işe yönelmezsin, değil mi? Bir sonuç görmek istersin.

      Eğer var olmamızın bir eseri varsa, ondan da sonuç bekleriz. Düşün ki bir filozof bir deftere karışık sözler yazsa fakat bu sözlerinin bir mânası olmasa, hiç kimse hiçbir şey anlamasa… O adamı akıllı ya da hikmetli bulmayız.

      Ey kardeşim!

      İşte bizler aciz kullarız ve her işten bir sonuç bekleriz. Bir filozofun bile sonuçsuz iş yapmayacağını düşünürsek, elbette kerim olan Allah ondan daha aşağıda değildir. Yani O’nun yaptığı her işin bir neticesi vardır. Sonucu olmayan, yarım kalan işler olabilir, fakat bu durum tedbirlerin noksanlığından ileri gelir. Hiç kimse kendi işinin kötü olmasını, kötü neticelenmesini istemez. Aslında uygun ve hoş bir sonucu herkes elbette talep eder.

      Peki kainatın yaratılmasının neticesi nedir?

      İçinde kargaşa ve kötülük olmayan, kalbe sıkıntı vermeyen, sırf hayırlı olan ve Allah’ın rızasına uygun olan sonucun ne olabileceğini iyice düşün! İnkâr edilemeyecek bir netice bul!

      O sonuç, cennet veya cehennem değildir. Onlar ödül ve ceza evleridir. Sonucuna ulaşamadan yarım kalan o cezayı çeker. Hakiki maksadına eren de ödülüne kavuşur. Sonuca ulaşmak bu dünyada olacaktır, âhirette değil. Burada bu maksada ulaşamayan kalp, ölü kalptir. Makam, para, mal, evlat, aile, ilim, fazilet, sanat, izzet, kemâl… Bunların hepsi sebeplerdir, boşa harcamamak gerekir fakat bunlarda takılıp kalmamak ve bir sonuca ulaşmak gerekir.

      İşte o sonuç, irfan sahibi olmaktır. Yani Cenâb-ı Hakk’ın zâtını irfanla bilmektir. İrfan nuru sınırsızdır. O nuru kazanan gerçek anlamda insan olur. Bu sebeple irfan tahsiline gayret etmek, arif olmaya çalışmak lazımdır. İrfanın da dereceleri, kademeleri vardır. Ahlâk da onun içindeki önemli hususlardandır. Tabii, irfanın en önemli kısmı Hakk’ı tanımaktır. Çünkü ilimlerin en kıdemlisi tevhiddir.

      Ey kardeşim!

      Allah’ı öyle bilmek gerekir ki taklidi imanımızdan geçip hakka’l-yakîne ulaşabilelim. Delillere ihtiyacımız kalmasın, şüphelerimiz yok olsun. Vicdanımızı O’nun muhabbeti kaplasın ve her daim O’nunla olabilelim. Adım adım ilmimizi artırıp sürekli Allah’ı tevhid edelim. İçinde taklit olmayan ve bizi eşsiz bir hikmete eriştiren tevhid…

      Bahsettiğimiz meziyetler cismani değil, ruhani ve vicdanidir. İman kuvvetlendikçe kalp ve vicdanen de lezzeti ortaya çıkar. Hakiki irfan böylece yol bulur.

      Ey kardeşim!

      Sen kendini sürekli gözetlemeye devam edersen nihayet Allah’ın cezbesi sana yüz gösterir. Gaib diye bildiklerin görünür olur. İşte o zaman bütün maksadın Cenâb-ı Hak olur. Sahip olduğun zahirî ilimler bir hakikatle zuhur eder. Bu ilimler de lazımdır, olmadığında insan yolunu karıştırıp vehimlere aldanabilir. İlim olmazsa dedikodu olur ve vehim ve hayallere giden bir yola sapılabilir. Tabii nefis ve şeytan da hilecidirler.

      Bize burada yardım edecek olan önceki alimlerin güzel eserleridir. O eserlerde zahirî ilimlerden ayrılmadıklarını, zahirî ilimsiz bu yolda ilerlemedikleri, aynı zamanda onunla yetinmedikleri görülecektir. Onlar zahirde kalmamış, mânaya da yol açmışlardır. Dinsizce söylenen sözlerden uzak kalmış, zahirle mânayı bütünleştirmişlerdir.

      Bizlerin de sadece zahire kapılmamamız gerekir. Amelerimizin taklit üzerine olmaması ve halimizin de hâl ehlinin hâlleri gibi olması lazımdır.

      Burada zahirî ilimden maksadımız şeriattır. Ehlinden dünyaya dair ilimleri de almak lazımdır. Büyüklerimiz ilimlerin her türlüsünde öncü olmuşlardır. Bizlerin de Gazalî, Fahreddin Razi, İbn Kemâl, İbn Ata, İbnü’l-Arabî gibi büyükleri örnek alarak, onların eserlerine bakarak yol bulmamız gerekir.

      “Zahir ehline kıymet vermeyiz, biz şuhud ehliyiz, namaz-oruç bize gerek yok, hakikate ulaştık, biz başkayız, şeriati geçtik…” gibi sözlerle ümmet arasızda fitne çıkaranlar kâfirlerin oyununa gelmiştir. Bu sözler küfürdür. Bu davalar dinsizliktir. Tevhid ehlinin böyle işlerle alakası yoktur. Sufilerin ıstılahına bakıp Allah’tan korkmadan uydurulmuş lakırdılardır. Velilerin yaşantısına bakın. Hep namazla ve oruçla meşguldürler. Gece gündüz kulluk yaparlar. Varlıklarını yok etmişlerdir. Allah’tan gayrısından yüz çevirmişlerdir.

      Velilerin halleri ve sözleri değerlidir. Bunların ise hem Hak’tan hem halktan haberleri yoktur. Veliler dedikodu yapmazlar, bunlar ise tertemiz şeriati bile tenkit ederler. Görünüşte derviş gibi görünürler fakat cahildirler, bu sebeple sorumluluklarını terk ederler. Bunların “fenafillah” demesi de her sözleri de yanlıştır. Allah bizleri yanlış sözler ve yanlış işlerden muhafaza buyursun.      

 


[1] Eser, Fatih YILDIZ tarafından hazırlanarak 2020 yılında KDY Yayınlarından neşredilmiştir.

[2] 51/Zâriyât, 56.

[3] Aclunî, Keşfü’l-hafâ, II, 132.

[4] 15/Hicr, 29; 32/Secde, 9; 38/Sad, 72.

Diğer Yazılar