İnsanın Evren İçindeki Yeri ve Zahiri Değişim İçindeki Süreklilik-1 Seyyid Hüseyin Nasr

 Cihad Demirci -   15 Kasım 2020

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

İNSANIN EVREN İÇİNDEKİ YERİ ve ZAHİRİ DEĞİŞİM İÇİNDEKİ SÜREKLİLİK-1

Seyyid Hüseyin Nasr

Türkçesi: Prof.Dr.Sadık Kılıç

 

Tasavvufi öğretilerin merkezinde yer alan meselelerden birisi de, insanın evrendeki konumudur. Gerçekten de insan, işte bu konumundan başlatmak zorundadır, onu nihai olarak kozmosun ötesine götürecek olan ruhi yolculuğunu.

Öte yandansa, göz kamaştırıcı bir aydınlıkta olan bazı ruhi hakikatler şayet kuşkulu ve ihtimal dışı görünmüş iseler bu, kesin olarak, özellikle evrimci teorilerin gelişmesiyle olmak üzere, birkaç asırdan beridir insanın evrendeki konumunun Batı'da bozulmuş olması yüzündendir. Sufiliğin öğretilerini tam olarak öğrenmek için öyleyse, değişme ve sürekliliğin ışığında, insan ile muhit çevresi arasındaki ilişkileri yeniden incelemek gerekir; ki böylece, insanı kuşatan ve onun gelecek kaderini belirleyen realitenin tam olarak anlaşılmasına karşı muhalif olan engeller de bertaraf edilmiş olsunlar. Modern dünyanın bakış açısına göre, büyük bir üstünlük ve genellikle değişim ve dönüşümlerin hakim olduğu alan (sphere), tabiatı, insanın onunla ilişkilerini ve insanın ona dair edinmiş olduğu bilgiyi ilgilendiren alandır.

Son asırlarda, birçok alanlarda bir katalizör (çözücü, dağıtıcı) rolünü oynamış olan modern bilim, evet bizzat o da, değişim ve süreksizlik (impermenence) üzerine dayanmaktadır; şayet o değişmekten vazgeçer, şayet o değişmez olursa, bugünkü formu içinde varolmaktan da vazgeçmiş olacaktır. Bundan başka, modern insanın bildiği tek şey tabiat bilimi o olduğu için de, insanla tabiat arasındaki bütün ilişkiler; aynı şekilde bizzat insan ile onu kuşatan evrenin karakteri, ancak bir akış ve değişim ışığında görülürler. Buradan da, kaçınılmaz olarak, insanın evrendeki yeriyle, onun bu konudaki bilgisinin -bu bilginin amacından hiç bahsetmeksizin- sürekli olarak değiştiği değerlendirilmesine varılır; ve bu, öyle bir noktadadır ki, diğer bütün kavrayışlar; bilgisi, modern dünyanın ufuklarıyla sınırlı bulunan herkes için saçma ve pratik olarak anlamsız (inintelligible) görülürler.

Günümüzdeyse insan, yalnız, evren ile olan ilişkileri içinde sürekli ve daim olan bir unsurun bulunabileceği fikrinden korkmaktadır; böyle bir unsur bulunmadığı için değil, fakat meselenin asla süreklilik bakış açısından değerlendirilmemesi nedeniyle... Şurası sık sık unutulmaktadır ki, tabiatla olan ilişkilerinin sadece değişim ve evrim görünümü altında incelenmesinden önce (de) insan, vahiy sayesinde, beşeri aklın işlevi için değişmez ve sürekli bir eksen gibi davranabilen biricik faktör olan, değişmez prensip idrak (intellect)'den, nous'dan içsel olarak (interieurement) kopuk idi.

Hıristiyanlıkta, entelektüel ve gnostik (şayet biz gnos kelimesiyle Sugiliğin irfan olarak isimlendirdiği ve diğer gerçek ve kusursuz tüm ruhsal gelenekler için olduğu gibi, Sufiliğin de kalbi olan aydınlatıcı bilgiyi anlarsak) unsurların zayıflamasıyla, Batılı insanın akli melekesi tedrici olarak, her türlü değişmezliğin, dengeliliğin (stabilite) ve sürekliliğin ikili kaynağı olan vahiy ile entelektüel sezgiden uzaklaştı. Bunun neticesi ise, bir yandan felsefi kesinliği imha eden nominalist eğilim diğer yandan da, insanın aşkın bütün unsurlarından koparılarak, daracık beşeri görünüşlere indirgenmesi oldu.

Rönesans hümanizmasının insanı, işte böyledir. İnsanı böyle bir algılayış biçimi, onun tamamen değişim ve oluş içine sokulmasını içeriyordu; bu gerçek, Batılı toplumun, Rönesans'a geçici karakterini vermiş olan hızlı dönüşümlerindeki bu süreç esnasında -hem de görünür olarak- ortaya çıkar. O zaman bile, bununla birlikte, insanın evren hakkındaki kavrayışı değişmemişti.

Tabiat hakkındaki bilgisi, hala Ortaçağ'a has olup, Hermetik (hermetiques) ve skolastik unsurlardan meydana gelmişti. Başlangıçta değişen, sadece kendisine dair algılayış biçimiydi (conception); ama sırası geldiğinde, bu da yavaş yavaş evren algılayışı ile, onun işgal ettiği mekan algılayışını da değiştirmeye götürdü. Batılı insanın kendi değişmeyen göksel aktetipi (ilk örnek, model) ile olan bağlarını kesip tamamiyle yere bağlı ve salt beşeri olma yönündeki bir çabasını ifade eden, Ortaçağ'ın sonunda Batı'daki metafizik ve dini (mahiyetteki) başkaldırı ile, insanın bu sekülerleştirilmiş görünüşünü (vision), tamamen seküler bir bilim yaratarak mantıki sonuçlarına taşıyan endüstriyel devrim arasında geçen zamanı hatırlamak, daima önemlidir. Ta Rönesans'tan itibaren seküler olarak görülebilecek olan Batı'nın insanı, sadece, eşyanın değişen yönünü göz önünde bulunduran; yalnız, varlıktan ziyade oluşla meşgul olan bir bilim oluşturmay akoyuldu. Şayet, etimolojik olarak bile, seküler (seculier) sözcüğünün, bir anlamı da değişmek ve geçicilik olan Latince saecularis kökünden geldiğini hatırlarsak, bu evrim (evolution) in son derece mantıki (logique) olduğu görülür. İnsanın ve evrenin kutsal görüntüsünün yıkılması aynı zamand ahem bizzat insanın, hem de evrenin değişmez görüntüsünün yıkılmasına denktir.

Seküler bir bilim, özellikle değişim ve oluş üzerinde yoğunlaşmadan doğamazdı (çünkü). Şayet biz, Batı'da, özellikle nesnelerin değişen görünümüne dayanan bir dünya kavramını ortaya çıkarmış olan tarihsel faktörleri zihnimizde hazır tutarsak, muhtemelen, bir takım tuhaflıklar anlatıyor görünmeden, uzun zamandan beridir ihmal edilmiş bulunan daimi unsurları, modern insanın vizyonu içinde, yeniden kurabilecek ve gün ışığına çıkarabileceğiz. Fakat bu ancak, geleneksel metafizik ile, metafizik gerçekliklerin daima kendisi vasıtasıyla ifade edilmiş olduğu dilin anlaşılması ile olabilir.

Sufi doktrinin temel unsurunu teşkil eden metafizik, yani daimi olanın bilimi, ihmal edilebilir veya unutulabilir, ama yanlışlığı ortaya konulamaz. Bu da kesinlikle, değişmez olup, o haliyle de değişimle hiçbir münasebetinin olmaması nedeniyledir. Değişmezliği inceleyen disiplin ise, bu berikinin (değişmezlik) verili herhangi bir çağ ile ilişkisinin olmaması nedeniyle, muhtemeleh hiç eskimeyecek ve yıpranmayacaktır. İnsan ile evren arasındaki ilişkilerde daimi unsurlar, bugün, hiçbir zaman olmadıkları kadar değerlidirler. Yalnız, kendisi boyunca, Batılının, bizzat değişimin kalbindeki daimi unsurları araştırmadığı ve hatta daimiliği değişim ve tarihsel sürece indirgemeyi istediği bu uzun periyorttan sonra Batı'nın, bunun bilgisini yeniden elde etmesi gerekir.

-Devamı var-

Yukarıdaki yazı Seyyid Hüseyin Nasr; "Tasavvufi Makaleler", İnsan Yayınları, İst. 1997, s.97-108'den alınmıştır.

 

Diğer Alıntılar