Perennial Felsefe Veya Dinlerin Aşkın Birliği - Kürşad Demirci

 Mehmet Serhat Yılmaz -   31 Ağustos 2021

Manifestosu Aldous Huxley'in The Perennial Philosophy (1946) adlı kitabında ortaya konan bu okul, tüm dinlerin aşkın boyutta, aynı unsurları içeren bir üst dinden kaynaklandığını öngörür. Philosophia Perennis veya Scientia Sacra filozoflarına göre dinler iki boyuttan oluşur: içkin boyut, aşkın boyut. İçkin boyut her dinde farklı olduğu halde, aşkın boyut tüm dinlerde aynıdır. Din araştırmalarına bakışta araştırıcının içkin boyuta takılması yanlış teorilerin oluşmasına yol açacaktır. Bundan dolayı dinler tarihi çalışmalarında esas alınması gereken boyut aşkın olanıdır. Dinin aşkın boyutu ise, geleneğin içerisindeki kavramları ve terminolojiyi kullanan sembollerde ortaya çıkar. Bundan dolayı dinler tarihi araştırmaları bir anlamda sembol analizlerine adanmalıdır.

Perennial Philosophy'nin ortaya çıkışında Hint mistisizmi üzerine yapılan çalışmaların etkisi büyüktür. Hint mistik terminolojinin tüm dinlerdeki terminolojiyi kapsayacak derecede geniş ve zengin oluşu, dinlerin aşkın bir terminolojide buluşabileceği fikrine somut bir örnek teşkil etmiştir.

Bundan dolayıdır ki Perennial Philosophy'de baskın terminoloji Hindu terminolojisidir. Müslüman Perennial filozoflar da dahil olmak üzere pek çok tradisyonalist, Hindu literatüründe diğer dinleri açacak hermenötik bir lisan bulmuşlardır.

Sosyal açıdan Perennial Philosophy'nin önemi, dinler arasındaki farklılığı kaldırması sebebiyle, pluralistik bir din zemininin yaratılmasına bulunduğu katkıdır.

Perennial filozof olarak gösterilebilecek ilk kişi Hindu Rammohun Roy'dur (1772-1833) . Brahma Samaj'ın kurucusu olan Roy, Hinduizm’i İslami perspektiften yorumlamaya teşebbüs etmiştir. Tanrı fikri konusunda net olmayan Roy yarı agnostik ve deisttir. Fakat o kendisini Unitarian bir Hindu olarak niteler. Perennial Philosophy mensuplarındaki gizli rasyonalizmin ilk ve açık örneği Roy'da görülebilir. Roy'u izleyerek Hinduizm, İslam ve Hıristiyanlığı aynı dinin varyantları olarak gören diğer iki Hintli Sri Rama Krişna (1834-1886) ve Servepalli Radha Krishnan'dır (1888-1975).

Batılı müsteşriklerin doğu kültürlerine bakarken numeni fenomenin içerisinde eriten bir metot kullandıkları için eleştiren Coomaraswamy'ye göre doğu öğretilerinde numen ve fenomen arasında ciddi bir ayırım yoktur. Fenomen ya da sembol, öze veya numene yönelik simgeleri hiçbir zaman ihmal etmez. Kant'ın batıya bıraktığı bu kalıcı miras sonucunda müsteşriklerin doğuya yönelimlerinden elde ettikleri tek sonuç yalnızca sıradan bir tasvircilik olacaktır.

Coomaraswamy'nin temel ilgi alanı Hinduizm ve kısmen de Budizm'dir. Bu konudaki temel görüşlerini Hinduism and Buddhism adlı kitabında ortaya koyar. Ona göre Hint tecrübesinin esası karmaşık kavramlar içerisinde şaşırtıcı derecede mükemmel bir tevhid zinciri oluşturmasında yatar. Coomaraswamy için Hint literatüründe çok tanrılı imajı oldukça yoğun bir şekilde koruduğu düşünülen Vedalar bile ne panteist ne de politeist bir geleneğe sahiptir. Natura naturans est Deus (Tanrı tabiatı kuşatır) fikri hariç Vedalarda tabiata yönelik tapınma yoktur. Çokluğun içerisinde eridiği bu tevhidi yapı diğer Hindu metinlerinde de gözlenebilir. Coomaraswamy'e göre Hindu geleneğindeki bu ruhu en açık olarak yansıtan kitap Bhagavat Gita'dır.

Öte yandan Hindu geleneğinde mitos'un (sanskrit dilinde itihâsa) kutsal olarak kabul edilişinin sebebi, bu tevhidi ilkeyi sembolik olarak yansıtmasındandır. Hint mitosları başlı başına bir kutsal kitaptır. Diğer perennial filozoflara göre mitoslar, kendine has dile sahip çözülme ve analizi bekleyen yarı hikayeler mahiyetinde iken Coomaraswamy'de mitos kendi başına anlamı olan kutsal (sruti, vahiy) yapılardır.

Daha tarihi bir konuya geldiğinde, Coomaraswamy yaygınca düşünüldüğü gibi Budizm’in, Brahmanizm’e tepki olarak ortaya çıkmadığını ve ondan tamamen farklı olmadığını ileri sürer: "Budizm üzerine yüzeysel çalışan biri onun Brahmanizm’den farklı olduğunu düşünecektir, fakat her ikisini de daha yakından tetkik eden biri onların arasındaki farkın gittikçe azaldığını görecektir. İkisinin arasındaki temel fark belki de yalnızca Budizm’in tarihi bir kurucuya sahipken Hinduizm’in böyle bir kurucusunun olmadığıdır."

Coomaraswamy tüm dinlerin aynı şeyi söylediğini, fakat endüstri çağından itibaren batının bu gerçeği göremeyerek dinlerin farklılığı üzerinde ısrar ettiğini ileri sürdü. Evrensel arketipleri kolayca sergilediği için kutsal sanatlara bakıldığında dinler arasındaki birlikteliğin daha açık olarak yakalanabileceğini iddia etti. Bu konunun incelenmesine ayırdığı Christian and Oriental Philosophy of Art adlı eserinde kutsal sanat içerisinde arketipleri en iyi yansıtan sanatsal objelerin ikonlar veya mandalalar olduğunu kabul eder, çünkü bu objeler kişiyi bir başka aleme taşıyan araçlardır.

Üzerine sistematik bir tahlil yapmasa bile perennial felsefeyi Hindu literatüründe yakalayan veya bir başka ifadeyle diğer dinleri Hint dinleri içerisinde eriten ve anlamlandıran Coomaraswamy'den farklı olarak özellikle Hristiyan’ken Müslüman olan bazı batılı yazarlar perennial terminolojiyi İslam’ın tasavvufu içerisinde yakalamaya çalışırlar. Bununla birlikte onların terminolojisinde bile egemen literatür Hindu’dur.

Coomaraswamy'nin iki öğrencisinden R. Guenon (1886- 1951), üstadının ayaklarını tarihten çekmeyen yorumlarını kısmen biraz daha metafizikleştirmiştir. F. Schuon'da (1907-1998) ise tarihle alakası en alt düzeye inmiş bir felsefe oluşmuştur.

Perennial felsefeye Yahudi cephesinden katkıda bulunan en önemli isimlerden biri Martin Buber'dir. 1878'de Viyana'da bir Yahudi ailenin çocuğu olarak doğan Buber, Polonya'da eğitim yaptığı sırada Hasidik gelenekle tanıştı. 1921'e kadar Siyonist harekette rol aldıysa da daha sonra bu hareketten çekildi. Yahudi mistisizmi ile Çin ve Hint geleneğini kıyaslayan Buber, her ikisinde de geniş ortak noktalar bulunduğunu iddia etti. Buber perennial temeli Yahudi mistisizminde eriten bir isim olarak oldukça önemlidir.

Çağdaş dönemdeki ilginç isimlerden bir başkası da Kenyalı bir Hıristiyan olan John Mbiti'dir. Afrika’nın yerli dinleri üzerine çalışan Mbiti bu dinleri Hristiyanî bir bakışla yorumladı. Afrika dinlerini geleneksel olarak animizm, totemizm gibi niteleyen 19. yüzyıl pozitivistlerinin görüşlerine karşı çıkarak bu dinlerin hepsinde Hıristiyanlığın tanrısını hatırlatan bir tek tanrı fikrinin olduğunu iddia etti. Mbiti, ritüel, mit, ibadet gibi fenomenlerden ziyade bu dinlerin arkasında yatan felsefeyle ilgilendi. Ona göre bu felsefe diğer dinlerdeki felsefelere, özellikle de Hıristiyanlığa oldukça uymaktadır. Benzeri bir görüşü Çin dinlerine uygulayan çağdaş yazarlardan Wing-Tsit Chan ile, Japon dinlerine uygulayan D.T. Suzuki de kayda değer isimlerdir.

Philosophia Perennis yalnızca batıdaki tradisyonalist çevrelerde değil fakat İslam geleneğine sahip diğer ülkelerde de İslami bir dinler tarihi çalışma modeli ve hatta daha ötede bir meta bilim paradigması olarak kabul edilme eğilimindedir. Philosophia Perennis, Schuon'un ifadesi ile üç ayaklı (entelektüalite, evrensellik ve gelenek) ve araştırma alanı açısından dört konulu (metafizik doktrin, geleneksel prensipler, sembolizm ve modern dünyanın kritiği) felsefi bir yapıdır.

Dinlerin zahirde farklı fakat batında aynı özelliklere sahip olacağı ve sembollerin zahirden değil de batından hasıl olacağı fikri ile hareket eder. Philosophia Perennis'in ana araştırma objesi olarak dini sembollerin mukayesesini seçmesi tesadüfi değildir. Bu açıklama biçimi ile bu filozofların yalnızca İslami değil fakat bütün dinlere has bir araştırma paradigması sunduğunu kabul etmek mantıksızlık olmayacaktır. Bununla birlikte eğer böyle bir paradigma varsa bunun metodu ve sınırları nelerdir sorusunun cevabı henüz yoktur.

Dil ötesi bir alanla iştigal ettikleri için dinlerdeki çelişkili anlatımları görmezden geldikleri ve ilahi kozmolojinin rasyonel bir haritasını çıkarmış oldukları iddiasıyla Perennial filozoflar sık sık eleştirilmektedirler. Hıristiyan dünyadan bu okula yapılan en önemli eleştiri Katolik İranolog C. Zaehner'den gelmiştir. Zaehner'e göre dinlerdeki sembollerin ortaya çıkışı tamamen kendi bağlamlarında ele alındığında anlamlıdır. Sembolleri veya dini fenomenleri birbiriyle ilişkilendirebilecek matematiksel soyutlukta birebir eşlilik formülasyonu yoktur. “Bir artı bir” ancak matematikte vardır. Daha ötede tüm dinler ancak Hıristiyanlık çatısı altında birleştiğinde evrenselliğe ulaşır. Bütün dünya dinleri yalnızca Hıristiyanlıkta içkindir. Ona göre İsa Mesih sembolizmi diğer dinlerdeki bütün sembolizmleri içermektedir.

Coomaraswamy ve Guenon hariç Perennial Filozoflar tarafından ortaya konulan ilahi planın rasyonel şeması gerçekten de bu okulda kısmi bir pozitivist metafizik eğilimin mevcut olduğunu düşündürtmektedir. Öte yandan dinlerin birbirine yaklaşmasında diğer pek çok görüşten daha sağlıklı bir yol öngördüğü için Perennial Philosophy, her türlü eleştirilere rağmen gözden çıkarılamayacak şekilde anlamlıdır.

Bu yazı İnsan Yayınları tarafından yayınlanan Dinler Tarihinin Meseleleri başlıklı kitaptan alınmıştır. (ss. 90-94)

 

 

Diğer Alıntılar