İnsanın Evren İçindeki Yeri ve Zahiri Değişim İçindeki Süreklilik-2 Seyyid Hüseyin Nasr

 Cihad Demirci -   15 Kasım 2020

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

İNSANIN EVREN İÇİNDEKİ YERİ ve ZAHİRİ DEĞİŞİM İÇİNDEKİ SÜREKLİLİK-2

Seyyid Hüseyin Nasr

Türkçesi: Prof. Dr. Sadık Kılıç

Doğu'da geleneksel çevrelerde (ama açıkça, Batılılaşma ile kafasını bozmuş modernize sınıflarda değil) daimi oluşun bu görünüşü ne asla unutulmuştur, ne de gözden kaybolmuştur; çünkü kutsalın, netice olarak da, daimi olanın anlamı bütün hayata hükmetmeye devam etmektedir. Geleneksel metafizik ve kozmolojik doktrinler açısından bakıldığında, insanla tabiat arasındaki ilişkide ve insanın evrendeki konumunda süreklilik arzeden pekçok unsur bulunmaktadır. En temel olan ilk eleman, insanın kozmik çevresinin nihai gerçek olmadığı, ama nisbi, hatta yanıltıcı bir karaktere sahip olduğu hususudur. Eğer Mutlak (Absolu) ifadesinin gösterdiği şey anlaşılırsa, bununla, nisbi (mukayyed ) olan da anlaşılır ve Mutlak olmayan herşeyin zorunlu olarak nisbi olmak zorunda olduğu kavranılır.

Dünyanın Sufiliğin diliyle bir perde (hicâb) veya, Hindu terimini kullanırsak, maya yahutta, terimin Budist anlamında samsara gibi görünüşü, bizzat kozmos'un ve insanın bu kozmos'la olan ilişkisinin daimi olan unsudurudur. Bu kozmik görünüşü altında evren, daima maya olmuştur ve daima da maya olacaktır. Mutlak ise, daima Mutlak; göreli olan da daima görelidir. Hiçbir süreç ve tarihsel değişim, birini diğerine dönüştüremez. Tarihsel süreç, bir halka, hatta bütün bir medeniyete, herhangi bir zaman esnasında Mutlak ile nisbi olan arasındaki farkı unutturup, netice olarak ona, modern bilimin yapmış olduğu gibi, nisbi olanı Mutlak olarak, yaratılmış düzeni (el-halk ) de yaratılmamış Hakikat (el-hakk) olarak kabul ettiremez. Ama, nerede ve ne zaman olursa olsun, metafizik kavrayış zuhur ettiğinde, farklılık netleşir ve dünya, gerçek maya vechesiyle tanınır. Dünyada, maya konseptinin içermiş olduğu değişim elemanı, haddi zatında, bu dünyanın sürekli bir niteliğidir. O, değişim, üreme (generation) ve bozulmaya boyun eğme, hayatı ve ölümü tanıma dünyasının doğasına aittir. Fakat bu değişimin manası ancak, daimi olanın ifadeleriyle anlaşılabilir. Buna göre, dünyanın maya olduğunu anlamak, maya'dan müteal (aşkın) (transcende) olan Atman veya Brahman'ın gösterdiği şeyi anlamak demektir.

Dünyanın, tabiatı gereği devamlı olmadığı ya da samsara'ya bağlı (samsarique) olduğunu bilmek, hemen ötesi (au/dela) olan Nirvana'ya has durumun varoluşunu da itiraf etmek demektir. Dünyanın karakterinin el-halk (yaratılmış) olarak gerçekleşmesi dahi, onu aşan ve, aynı zamanda, onun merkezinde parlayan hakkın (el-haqq) da bilincini kapsar. Dünyanın değişen tabiatı, metafizik olarak, onu aşan daimi realiteyi de bildirir. Nesnelerin göreliliğini gerçekleştirmek, aynı bilginin genişlemesiyle, mutlak ve Daimi olanı da gerçekleştirmek demektir. Bu metafizik ayırım, tüm tarih boyunca, beşeri kültürün bütün dönemleri boyunca var olmuştur. O, nesnelerin doğasından kaynaklanmakta olup, eğer bakışlarını ona doğru çevirirlerse, hersek bunu görebilir. Bununla birlikte, bizimkinde olduğu gibi, bazı çağlarda, nisbi olanın, sanki Mutlak imişçesine putlaştırıldığı da olmuştur.

Günümüzde sık sık, herşeyin göreli olduğunun savunulduğu işitilmektedir. Fakat bunu savunanlar bile, sık sık, bizzat göreli olan sahaya mutlak bir karakter atfetmektedirler. Bunun tamamen bilincinde olmaksızın, kendisi bizzat maya'dan kaynaklanan bir bilgisizlik olan kavrayış ile gerçek bilgiden yoksun oldukları için, Brahman'ı maya olarak algılarlar. Bununla beraber, metafizik bilgi olduğunda, o zaman Mutlak olanın ışığında, nesnelerin göreliliği bilinci de bulunmuş olur. Bu temel hakikat, insanın evrendeki durumunun sürekli bir unsurudur; bu, içine düşmüş olduğu kozmik mahzeni aşmayı denemeye ve göreli olanın alanında Mutlak olana yeniden dönmeye çağırılmış bir varlık olarak, onun kaderini ilgilendirir 8 İnsanın evrenle olan ilişkisindeki bir başka süreklilik unsuru, Mutlak olanın göreli içinde; kelimenin geleneksel anlamında semboller (rumuz) altında tezahür etmesidir9. Sembol, beşeri menşe'li niyetlere dayanmaz.

Bu, nesnelerin ontolojik gerçekliğinin bir görüntüsü olup, bu haliyle de, insanın onun hakkındaki algılayışından bağımsızdır 10. Sembol, yüce bir gerçeklik düzenin, kendisi aracılığıyla insanın yüce bir alana götürüldüğü aşağı bir düzen içinde ilham edilmesidir. (Bu nedenle) sembolleri anlamak, evrenin hiyerarşik yapısıyla varlığın çok çeşitli hallerini kabul etmek demektir. Tarihsel sürecin bazı safhaları esnasında, vahyedilmiş bir dinin, yine bizzat vahiy vasıtasıyla kendisine özel bir anlam ve güç vermiş olduğu bazı semboller, o dinin manevi zemininin zayıflamasını müteakiben, etkinliklerini kısmen ya da tamamen, tedrici olarak yitirirler; bu durum günümüzde, "mitolojiden ayıklama uzmanları" (demythologiseur) olgusunda görülebilir. Ama tabiatta bulanan semboller, sürekli olup, değişmezdirler. Gökyüzünün sembolik olarak ifade ettiği şey -mesela, aşkınlık boyutu veya, İslami imgeyi kullanırsak, İlahi taht (el-arş veya, Arşullah (s.k.)) olsun, bu da gök gibi daimidir. Güneş ışık saçtığı sürece, Evrensel aklı sembolize edecektir; aynı şekilde, yaygın dallarıyla ağaç da, pek çok ağacın yeryüzünde boy atacağı uzun bir süre kadar, varlığın çok çeşitli hallerinin bir sembolü olarak kalacaktır.

İşte bu nedenle, daima muteber olan ve tabiatın, moden bilim tarafından incelenmekte olan değişken vechesinden daha az gerçek olmayan bir yönünü bildiren aşkın bir kozmoloji: cosmologia perennis'den, doğanın niteliksel bir bilgisinden söz edilebilir 11 Tabiata dair geleneksel bilgiler ile modern bilgiler arasındaki başlıca fark, geleneksel bilim, değişmeyi sürekliliğe nisbetle incelerken ve bu da, daimi oluşun değişim alanındaki yansımalarından başka şey olmayan sembollerin araştırılması yoluyla olurken, modern bilimin değişmeyi, yine değişmeye göre incelemesinde yatmaktadır. Bir medeniyet, sayısal olarak ölçülebilmeye elverişli değişmeler üzerinde yoğunlaşmak için, nesnelerin semboller vasıtasıyla bildirilen niteliksel yönüne sırtını dönen bir bilim kurabilir! Fakat o medeniyet, nesnelerin sembolik hakikatini artık tahrip edemez ki, tabii olguların kalitetif (niteliksel) ve sembolik bir şekilde incelenmesi onların ağırlıklarını veya boyutlarını tahrip edebilsin.

Bugün Batı'da "sembolcü" (symboliste) 12 anlayışın yıkılması akabinde insanlar, olguların, sadece sembollerin bildirebildiği içsel anlamına nüfuz etme duygusunu yitirdiler. Bununla birlikte bu yetersizlik, sembollerin varlıklarının sona erdiği anlamına gelmez. Ptoleme astronomisindeki -gökyüzünün doğrudan görünüşünün ilham ettiği- insan merkezli (homocentriques) kürelerin sembolik anlamı, ister Newton'un mutlak teorik uzayında olsun, isterse göreliliğin eğri (courbe) uzayında, yeryüzü güneşin etrafında veya güneş yeryüzünün etrafında döndükçe geçerli olacaktır. İnsan merkezli küreler, insanın aktüel olarak içine yerleşmiş olduğu, yeryüzü durumunun ötesinde var olma hallerini sembolize eder. Bu var olma halleri, biz ister, bizzat gökyüzünün, bizim kendisiyle olan dolaysız ve doğrudan ilişkide sahip olduğu doğal sembolizmi anlayalım ve kabul edelim; isterse, diğer teorik açıklamalar adına, bu doğrudan görünüşü ve taşımakta olduğu sembolü göz önünde bulundurmayalım, gerçek olarak kalırlar. Oysa ki, yeni bilimsel teoriler bile, eğer herhangi bir gerçeğe (realite) -ki bu ne olursa olsun- uygun düşüyorlarsa, kendi özgün sembolik anlamlarına sahiptirler demektir. (Çünkü), herhangi bir derecede realiteye uygun düşmek, sembolik olmayı ifade eder.

-Devamı var-

Yukarıdaki yazı Seyyid Hüseyin Nasr; "Tasavvufi Makaleler", İnsan Yayınları, İst. 1997, s.97-108'den alınmıştır.

Diğer Alıntılar