Gelenek ve Modernite Üzerine

 Fikre Vukuf -   Mehmet Serhat Yılmaz -   08 Aralık 2020

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

GELENEK VE MODERNİTE ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Gelenek, sözlük anlamı olarak insanların eski zamanlarda beri hayatlarında tatbik ettikleri kültürel ögelerden ziyade, kökte ezeli hikmetten beslenen dalları ve gövdesi insanlık tarihi boyunca yetişe gelmiş yüceliğini ve azametini ilahî olmasından alan bir ağaçtır. Bu ağacın özünde din, dinin özünde ise ağacın yaşamasını sağlayan kutsal ve ancak metafizik ilkelerle açıklanabilecek olan vahiy bulunmaktadır. Bir diğer benzetme de gelenekçi ekolün yaşayan belki de en önemli temsilcisi S. Hüseyin Nasr tarafından ortaya atılan tekerlek benzetmesi olabilir. Nasıl ki, tekerleğin kenarlarını eksenine bağlayan çubuklar merkezde birleşir, insan da merkezde bulunan “Mutlak Varlık”a vahiy çubuklarıyla sıkı sıkıya bağlanmıştır.

İnsanın eşref-i mahlukat olduğu bir şekilde hepimizin kulağına çalınmıştır. Bu tanımlamada insan dediğimiz varlıktan kasıt özünde “geleneksel insan”dır. Diğer bir deyişle, “halife insan” ya da Latince olarak “homo islamicus”. Allah’ın halifesi olarak yeryüzüne indirdiği insan, varlığın kenarından merkezine doğru onu çağıran vahiy yoluna râm olmuş ve bu yolun getirdiklerini yüklenip kabullenmiş olduğunun farkında olandır. İlahî vahyin direk muhatabı olup kendisi de metafizik öz barındırmaktadır. Aksi takdirde vahyin muhatabı olması hepimizce mâlumdur. Yani insan, yaratılışı gereği kutsaldır ve Allah ile mevcudat arasında köprü vazifesi görmektedir. En önemli özelliği, İlahî ve Merkezî olan “Mutlak Varlık” karşısında kendine çeki düzen verebilmesidir. Bu sebeple geleneksel insan, Tanrı-merkezli(theocentric) bir düşünceye sahiptir. Geleneksel bakış açısından insan, “kutsal”, “aşkın” ve “mutlak” olana vukûf ettiği ölçüde beşeriyetten sıyrılıp insanlığa doğru kendini tamamlamış ya da tasavvufi deyişle kemâle ermiş olur. Nitekim burada değindiğimiz başlıkların hepsi insanın metafizik açıdan geleneğe bakan yönüne hitap edip beşerî sıfatların boyunduruğu altındayken tam anlamıyla vâkıf olunabilecek mefhumlar değillerdir.

Bu noktada tasavvuf ve geleneğin ilişkisine biraz değinelim. Belirttiğimiz üzere gelenek, insanla “Mutlak Varlık” arasındaki irtibattan süregelen yapıdır. İşte bu irtibatın, kanallarının sistematize edildiği ve kalıba döküldüğü yapının adı tasavvuftur. Tasavvuf, insanı fizikötesi olan kutsalın her manada tecellesine mazhar olmasına hazırlayan metotlar bütünüdür. İnsanın fizikötesi yanlarının keşfi ve inkişafı, hakikatin idrak edilmesi gibi amaçlar taşır. Ancak bu noktada maksada eren insanın, dünyevi ve ulvi, beşerî ve insani, fiziki ve metafiziki dengeyi tayin edebilmesi beklenir. Bu noktada en iyi örnek olarak karşımıza çıkan Hz. Peygamber (sav)’den başkası olamaz. Yapmış olduğumuz ağaç benzetmesini buraya uyarlayacak olursak, kök, tüm ilahi dinlerin aslı olan İslam’ı, gövde Hz. Peygamber’i, dallar ise feyzini ve idrakini gövde aracılığıyla almış olan mürşîd-i kamillerden vücuda gelmiş silsileleri temsil eder. Gelenek tabiî olarak sadece dinle veya tasavvufla sınırlı değildir. Bilimden felsefeye, sanattan mimariye, insanı ilgilendiren her konuda söz sahibidir.

Peki günümüz modern dünyası ve bu dünyayı inşa eden modern insan bu oluşsal sistemde kendini nerede konumlandırmıştır ya da konumlandırmak istemektedir? Bu konumlandırmayla vardığı nokta neresidir? Yukarıda S. Hüseyin Nasr’dan aktardığımız tekerlek benzetmesinde modern insan, kendisini bu varlık dairesinin dışına iterek ya da bu yapıyı görmezden gelerek vurdumduymaz bir tavır sergilemektedir. Aslında, modern insan kim olduğunu unutmuştur. Bu hâle de metafiziksel ve kutsal yönünü inkâr ederek dûçâr olmuştur. Kendi varlığının dışında yaşayarak fiziksel olarak bulunduğu dünya hakkında nitelik olarak yüzeysel, nicelik olarak sersemletici bir bilgi edinebilmiştir. Dünyaya yansıttığı, kendisinin zahiri ve yapay bir imajından başka bir şey değildir. Ardından bu dünyayı zahiri terimlerle öğrendiği için, kutsaldan uzak kendi imajını yansıtma uğraşına girmiştir. Kendini sadece fiziksel olarak ve bu dünyadan ibaret bulduğu için, merkeze alıp yücelttiği ve geliştirdiği bilim ve tekniğini kullanarak bu dünyadan elde edebileceği maksimum faydayı hayatının ana gayesi haline getirmiştir.

Modern Batı insanının, geleneksel insanın tarihsel arka planından koparak gerçekleştirdiği bu sözüm ona gelişmenin tarihi, Merkez’den ve varlık tekerleğinin ekseninden dışına doğru vahyin aksi yönde, yani vahyi ve kutsalı inkâr ederek, çubukları boyunca şu anda bulunduğu inkarcılığa ve hakikate karşı kafasına kuma gömmeye doğru aşama aşama uzaklaşmasının tarihidir. Fakat, nasıl insanın inkâr ederek ulaştığı bu dışın varlığı, kendisini tekerleğin eksenine bağlayan çubukların varlığını öngörüyorsa, aynı şekilde, insanın varlığı da Merkez'in ve eksenin var olduğunun simgesidir. Bundan dolayıdır ki, çağlar boyunca yaşayıp gelen insanlarla, asli ve sonsuz gerçekliği içindeki insan arasında var olan kaçınılmaz bağlantı, tüm dışsal değişim ve başkalaşımların üstündedir ve üstünde olmaya devam edecektir. Göksel olana isyan bayrağını çekmiş olan modern insanın, fıtratından ve yaratılış gayesinden yüz çevirmesi onu ahsen-i takvimden esfel-i safiline izlal etmiştir. Allah cümlemize yüzümüzü ona çevirecek, Hakk’ı Hakk olarak görüp tasdik edecek yakîn, iman ve basiret nasip eylesin...

Diğer Yazılar