Rüya Hadisi Şerhi - Konevi

 Mehmet Serhat Yılmaz -   15 Kasım 2021

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

İbn Mesud'dan Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu haber verilmiştir: "Rüyasında beni gören, gerçekte görmüş gibidir. Çünkü şeytan benim sûretime giremez."

Başka bir rivâyette ise, şöyle buyurmuştur: "Çünkü şeytanın, benim sûretime girme hakkı yoktur."

Başka bir rivâyette ise, şöyle buyurmuştur: "Beni gören Hakkı görmüştür. Çünkü şeytan benim görüntüme giremez.”

Bilinmelidir ki:

Hz. Peygamber, tahakkuk ve tahalluk/ahlaklanma yönünden Hakkın bütün isim ve sıfâtlarının mazhârı olsa bile, peygamberlik, insanları irşât ve onları kendisini elçi diye gönderen Hakka davet etmesinin bir gereği olarak, Hakkın kendisinde en hâkim ve galip olan sıfâtı, hidâyet ve el-Hâdi ismidir; nitekim Allah Teâlâ, "Sen, muhakkak ki, sırat-ı müstakime/doğru yol hidâyet edersin" buyurmaktadır.

Binaenaleyh Hz. Peygamber (as.) el-Hâdi isminin sûretidir ve hidâyet sıfâtının mazharıdır, şeytan ise, el-Mudill isminin mazhârıdır ve dalalet sıfâtıyla zuhûr etmiştir; bu iki isim ve özellik ise, birbirlerinin zıddıdır.

Bir hadiste bu yorumu teyit eden bazı ifadeler bize aktarılmıştır ki, bu, uzun bir hadistir. Bu uzun hadiste Hz. Peygamber, sahip olduğu şeyi görmek için İblis ile karşılaşmak ister. Bunun üzerine İblis, Hz. Peygamber'in huzuruna getirilir. Bu esnada melekler de İblis kendisine bir zarar vermesin diye Peygamber'in etrafını çevirirler.

Hz. Peygamber, İblis’e şöyle sorar: "İblis! Neye sahipsin, söyle!”

Bunun üzerine İblis, şöyle der: "Ey, Muhammed! Allah Teâlâ seni hidayet özelliğiyle yaratmıştır; bununla birlikte hidayet senin elinde değildir. Beni de dalalet özelliğiyle yaratmıştır; bununla birlikte saptırmak benim elimde değildir."

Bunun üzerine Allah Teâlâ, Peygamberine "Şeytan her ne kadar yalancı olsa da, sana doğru söylemiştir" diye haber vermiştir.

Bu ifadeden şeytanın gerçekte peygamberin zıddı olduğu ortaya çıkmaktadır; iki zıt ise, bir araya gelmez ve biri diğerinin sûretiyle tezahür edemez. Aynı şekilde, peygamberi de -ifade edildiği gibi- Allah Teâlâ hidayet için yaratmıştır. Şayet, şeytanın peygamberin sûretiyle gözükmesi caiz olsaydı, Hakkın peygamberi aracılığıyla hidayetini dilediği insanlara gösterdiği ve ortaya koyduğu mucizelere olan itimat sarsılırdı.

Bu nedenle Allah Teâlâ, peygamberinin sûretini şeytanın kendisiyle tezahür etmesinden korumuştur.

Şöyle bir iddia ileri sürülebilir: "Hak, her şeyden büyüktür. Buna rağmen Şeytan Hz. Peygamber’in sûretinde gözükemediği halde, nasıl olur da, pek çok insanı saptırmak için kendilerine gözükmüş ve onlara kendisinin Hak olduğunu söyleyebilmiştir? Kuşkusuz ki, bazı insanlar bu şekilde sapıtmışlar, Hakkı gördüklerini ve hitabını işittiklerini zannetmişlerdir." Bu itiraza şöyle cevap verilir:

İki durum arasında iki yönden fark bulunmaktadır: Birincisi, bütün akıllı kişiler şunu kesin olarak bilirler ki: Peygamberin aksine Hakkın şeytan ile arasında benzerliğe neden olabilecek belirli bir sûreti yoktur; peygamberin ise, belirli, bilinen ve görünen bir sûreti vardır.

İkincisi, Hakkın genişliğinin bir hikmeti de, dilediğini saptırması ve dilediğine de hidâyet etmesidir. Nitekim, şeytan ile Hz. Peygamber arasında geçen konuşmada buna dikkat çekilmiştir; Hak da şeytanın özellikle yalancı olduğunu belirtmiş olmasına rağmen bu hükmünde kendisini tasdik etmiştir.

Peygamber ise, sadece hidayet sıfatıyla sınırlıdır ve onun sûretiyle tezahür etmiştir. Bu nedenle, şeytanın onun sûretine girmesinin engellenmesi gerekmiştir; böylelikle de kendisine güven devam eder ve Hakkın peygamber vasıtasıyla hidayetini irade ettiği kimselerde hidayet hükmü tezahür eder. Şayet, Hak peygamberinin sûretini korumamış olsaydı, bu durumda "Muhakkak ki sen sırat-ı müstakime hidayet edersin" ayetinin sırrı tezahür etmez ve peygamberin gönderilmesinin herhangi bir faydası gerçekleşmezdi.

Şu var ki: Burada dikkat çekilmesi gereken bir delil ve bir ölçü/mîzân vardır: Hz. Peygamber'i rüyasında gören kimsenin rüyasının doğruluğunun ölçüsü, rüyada gördüğü sûretin hadis kitaplarında zikredilen şemail-i Şerif'e benzer bir sûret olmasıdır. Nitekim, rivayet edilmiş bazı sahih hadislerde buna işaret edilmiştir: "Beni rüyada gören kimse, beni görmüştür."

Hatta bir insan, mesela uzun boylu veya çok kısa, kumral veya yaşlı, fazla esmer gibi peygamberi sahip olduğundan farklı bir sûrette görmüş olsa, gerçekte onu görmüş sayılmaz. Bu bağlamda, kişinin Hz. Peygamber'i gördüğüne dair kesin bir kanaate varmış olması, delil değildir; bilakis rüyada görülen bu farklı sûret, gören kişinin inancına veya haline veya İslam'ın bir hükmü veya özelliğine veya peygamberin sûreti diye görülen bu sûretin görüldüğü mekâna nispetle şeriatın sûretidir.

Bu durumu gerek kendimizde ve gerekse de pek çok insanda tecrübe etmişizdir; şeyhlerimizden de bunu teyit eden pek çok farklı şey dinledik.

Bunlardan birisi, Şeyhimiz İmam-ı Ekmel Muhyiddin b. Muhammed b. Ali İbnü'l-Arabî'nin bana anlattığı rüyadır: şeyh, İşbiliye camiinde bir sabah uykusunda, Hz. Peygamber'i ölmüş bir halde ve mescidin duvarlarında hareketsiz kalakalmış vaziyette görmüştür. İşbiliye, Endülüs'ün bir beldesidir. Aradan seneler geçtikten sonra Şeyh, Allah ehlinin yoluna katılmış, sahip olduğu ve ilgilendiği dünyevi şeyleri terk etmiş, Allah Teâlâ da kendisine fetihler vermiştir.

Bir gün, İşbiliye'li hayır ve faziletli bir insanla birlikte bir işi için bu caminin bir kapısından diğerine geçmesi nasip olmuştu. Şeyh, iki rekât tahiyyetü'l-mescid namazı kılmadan camiden girip çıkmak, böylece de camiyi yol haline getirmeyi sevmezdi. İki rekât namaz kıldıktan sonra, caminin dilediği kapısından çıkardı. Nitekim, biz dostlarına da çok kapılı câmilere girip, iki rekat namaz kılmadan çıkmamızı yasaklamıştı.

Şeyh, şöyle devam etmiştir: "O arkadaşımla camiye girdiğimde, kendisine: ‘İki rekat namaz kılmadan camiden çıkmayı uygun görmüyorum’ dedim.

Arkadaşım: ‘Gel, şu tarafta kıl’ diyerek, Hz. Peygamber'i ölü ve duvarda hareketsiz bir halde asılı gördüğüm tarafı gösterdi. Ben diretince: ‘Niçin namaz kılmaktan çekiniyorsun’ diye sordu. ‘Bir zamanlar rüyamda burada Hz. Peygamber'i ölü ve hareketsiz görmüştüm, orada namaz kılmaktan çekiniyorum’ dedim.

Bunun üzerine arkadaşım şaşırdı ve şöyle karşılık verdi: ‘Gerçeği görmüşsün, şimdi sana rüyanın sırrını anlatacağım. Burası benim evimdi. Bölgenin valisi camiyi genişletmek istedi; caminin çevresini yükseltti, camiye katmak için çevresindeki evleri satın aldı, sadece benim evim kaldı. Benimle pazarlık yaptılar, fakat istediğim parayı vermediler. Ben karşı çıkınca, rızam olmadan arzularına göre evimi aldılar. İşte, senin gördüğün şey, Hz. Peygamber değil, bu şehir ahalisine nispetle ölen şeriatıydı. Geçerli bir satış akdi yapılmadığı için, şeriat satım yapılmış gibi hasır altı edilmiştir. Dolayısıyla bu yer, rızayla verilmiş bir yer değildir. Şimdi ise -şahit ol ki- hakkımı Müslümanlara helâl ediyorum. Gel beraber burada kılalım.’ Gittik ve beraberce namaz kıldık. Sonra da ihtiyacımız için yola çıktık."

Bu yazı İz Yayınları tarafından yayınlanan Kırk Hadis Şerhi başlıklı kitaptan alınmıştır. (ss. 142-147)

 

Diğer Alıntılar