Tekkelerin Kapatılması Sürecinde Bir Dergâh'ın Serencâmı - Gümüşhaneli Dergâhı ve Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi
Fikre Vukuf - Fatih Yıldız - 08 Temmuz 2021
19.yy’ın başı itibariyle İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı batılı meydan okuma, zihinsel parçalanmalara ve bu medeniyetinin kendine olan güveninin sarsılmasına sebep olmuştur. Süreç içerisinde bu zihinsel parçalanma bilgi anlayışının modern bilgi tarzı lehine değişimine sebep olurken bunlarla alakalı kurumların şiddetle eleştirilmesine ve ortadan kaldırılmasına yol açmıştır. Yeni bilgi anlayışı, kurumları ve mekanizmayı tahrip ederken, tahrip edilen kurumların yerinin öz dinamiklere uygun bir şekilde doldurulamayışı felsefî, dinî ve toplumsal zeminde önü alınamaz kaymaları beraberinde getirmiştir.
Medreselere ve tekkelere yöneltilen tenkitler, yapılan tasvirler İslam dünyasında var olan ilim-bilgi anlayışını, bilginin üretim ve aktarım mekanizmalarını, bu anlayış ve ilişkilerin odaklandığı mekânları, zeminleri tahrip etti. Otoriteler yerlerinden edildi, hiyerarşiler bozuldu, yerlerine de pek bir şey konmadı.
Bu dönemde İslam dünyasının merkezi konumunda bulunan Osmanlı Devleti’nde önemli miktarda toplumun gerçeklerinden ve ihtiyaçlarından kopuk, yaşadıkları sarsıntının ve hücumun etkisinden kurtulamamış, modernizasyonla birlikte batının yaşadığı başdöndürücü-cazip ilerlemeye sonuçlarını görmeksizin hayran, İslam medeniyetinin tarihsel sürecine karşı güveni sarsılmış ve şüpheci üç fikir akımı mevcuttu. Dönemin bilgi ve irfan üretim merkezleri olan medreselere ve tekkelere karşı bu üç grubun fikirleri şöyleydi:
Batıcılara göre İslam toplumunun geri kalışının tek sebebi geleneksel kurumlardı. Medreseler ve tekkeler kapatılmalı, yerine batılı müfredat ve bilim anlayışına dayanan kurumlar ikame edilmeliydi. İslam toplumu ancak bu şekilde çağdaş toplumlar seviyesine yükselebilir ve geri kalmışlıktan kurtulabilirdi.
İslamcı denilen grup da geri kalmışlığı baştan kabul etmiş, batılı paradigma ile aramızdaki temel farkları göz ardı etmişti. Onlardan bir kısmı bu kurumların bazı tedbirlerle ihya edilmesini önerirken daha yenilikçi olan kesim batıcılarla başat bir rol üstlenmişlerdi. Onlara göre tasavvufun kendisi ve tekkeler dinin dışında gelişmiş birer hurafe, bid’at merkezleridir, İslam geleneğinin ürettiği bu kumların dinin özüyle alakası yoktur, dolayısıyla ortadan kaldırılmaları gerekir.
Milliyetçilerin de farklı amillerle İslamcılar gibi düşündüğü söylenebilir. Bunlar içinde geleneksel ve milli kültürümüzün kurumları olarak tekkelerin ihya edilmesini gerekliliğini düşünenler olduğu gibi, batıcılara yakın milliyetçi ekipler ise bu kurumları terakki önünde engel görmeleri sebebiyle kaldırılması gereken kurumlar olarak görüyorlardı.
Şu durumda tekkelerin geleceğiyle alakalı görüşler iki grupta toplanabilir:
1.Bilgi üretim tarzlarıyla modern dünyaya uygun olmadıkları ve dinen asılları olamadığı için Müslümanların geleceğinde olmamalıdır, ilga edilmelidir.
2.Bu kurumlar dini asılları ve kültürel etkileri ve toplumsal tesirleri sebebiyle ıslah edilerek bazı düzenlemelerle ihya edilmelidir.
Her iki gruba göre de “Medreseler yürümüş, tekkeler çürümüş”tü. Merkeze aldıkları geri kalmış olma anlayışının gerçekliği hususunda bir tecrübeye sahip değillerdi. Geri kalmış olmamız bir gerçek miydi? Bu kurumların ürettiği bilgi tarzı geçerliliğini yitirmiş miydi?
[1] Yazı ilk defa 31 Mayıs 2014 tarihinde Tekirdağ’da yapılan “Tekirdağ Büyüklerini Yâd Ediyor” isimli programda sunulmuştur. Yazı boyunca bahsedilen Gümüşhaneli Dergahı’na ait belgeler, Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhânevî Arşivi ismiyle tasnif edilmiş olup asılları Doç.Dr. Necdet Yılmaz’ın uhdesindedir.