Aşk - Mahmud Erol Kılıç

 Mehmet Serhat Yılmaz -   04 Kasım 2021

<br />
<b>Deprecated</b>:  stripslashes(): Passing null to parameter #1 ($string) of type string is deprecated in <b>/srv/disk10/3620466/www/vukuf.org/admin/functions/core.php</b> on line <b>169</b><br />

Aşkın mekanizması aynıdır, aşk aşktır. Aşk iki ayrı parçanın birbirine doğru olan çekim kuvvetinin adıdır. Evrensel bir doğa kanunudur, insan icadı değildir. İnsan dünyaya gelmezden evvel, en başında insanın içine yerleştirilmiş bir çekim kanunudur. Aşk, insanı diğer varlıklardan ayıran en temel özelliklerden birisidir. Aşkın sadece cinsel boyutu olmadığı insan-hayvan ve insan-bitki arasındaki farktan anlaşılır. Hayvanlar âleminde ilişki vardır, ama aşk Yoktur. Dolayısıyla burada aşk çok daha kapsayıcı ve çok daha farklı bir hususiyet arz eder. Bu açıdan bakıldığı zaman beşerî aşk ayrıdır, ilâhî aşk ayrıdır şeklinde bir ayrım söz konusu değildir, aşk aşktır. Onun için ârifler bir insana âşık olmanın da bir yetenek olduğunu söylerler. Bir başkasına âşık olabilen insanda Allah'a da âşık olabilme potansiyeli vardır. Meselâ bazı insanlar vardır, "Ben hiç kimseye âşık olmadım, ben sadece Allah'ımı seviyorum." der. Kulunu sevmeyen Allah'ını da sevemez. Mevlânâ der ki, aşkın objesi değişir sâdece.

Leylâ'nın aşkından yanan Mecnun her yerde Leylâ'nın adını zikir ede ede onu ararken bir gün karşısına Leylâ gerçekten çıktığında -Leylâ'da o kadar fâni olmuştur ki- "Hayır! Sen Leylâ değilsin." diyor. İşte buna Leylâ'dan Mevlâ'ya geçiş diyorlar. Ben birisine âşık olduysam, o ilâhî aşka giden yolda ilk adımdır. İlâhî aşkın başlangıcı, önce sevmeyi bilmektir. Allah'ı hiç görmedik ki nasıl sevelim? Dolayısıyla bir bilinenle başlıyoruz önce, bilinen ise karşımızdaki cins. Sende olmayan özellikler onda, onda olmayanlar sende var. O sana karşı meyil duyuyor, sen de ona karşı meyil duyuyorsun ve böylece elinde olmadan bir itim gücü seni arkandan itiyor. O da yaklaşıyor, ikinizde de var bu itim gücü, farkında olmadan yaklaşıyorsunuz. İşte bu itim gücü ilâhî kuvvet. Daha sonra tanışıyor, görüşüyor, ilerliyor aşk ilişkisi, sonra problemler baş göstermeye başlıyor, her aşk hikâyesinde olduğu gibi. Neden? Çünkü o yaratılmış bir varlık dolayısıyla sınırlı, mutlak ve mükemmel değil. Dolayısıyla verilen sözler tutulmuyor, anlaşmazlıklar baş gösteriyor. Evlilikler aşkı öldürüyor. Öldürmesi de gerekiyor. Çünkü vuslat aşka karşıdır, aşk olabilmesi için hâlâ iki parçanın ayrı durması gerek, ayrılık aşkı körükler, ama vuslata erdiğinizde onun adı aşk olmaz, mârifet olur, bilgi düzeyine geçilir. Peki neden, bu şekilde mutlak mânâda kalınsaydı, ben onun Tanrısı olurdum, o da benim Tanrım olurdu, ben ona tapardım o da bana tapardı, böylece o gölgelenirdi. Önce bizi birbirimize doğru çektirdi, ondan sonra hafif noksanlıklarımızı birbirimize gösterdi ve aşkımız zedelendi.

Önce beşerî aşkta talim görür insanoğlu, orada öğreneceği şeylerle ilâhî aşka doğru gider. Sûfîlerin Allah'a varan yolculuğu anlatılırken aşk hikâyeleri sıkça anlatılır. İlk görüş, ilk göz kırpış, karşı tarafın naz yapışı vs... Önce siz onun peşinden koşarsınız, o hemen size kendini açmaz. Biraz tavırlarınız imtihan edilir, gerçekten onun peşinde misiniz diye. Ama siz ısrarla kapısından ayrılmayarak onu ne kadar istediğinizi gösterirsiniz.

Hülâsa sûfîler seyr u sülûk yâni Allah'a doğru olan yolculuğu yeryüzünde daha çok iki beşerî eylemle sembolize ederler. Biri âşık-mâşûk, diğeri de meyhâne sembolizmidir. Yâni sarhoşluğa doğru giden yolda kişinin sembolizmini kullanırlar. Şarap, kadeh, meyhâne sembolizmi... Meyhâne dergâh demektir. Yâni ilâhi aşk şarabının sunulduğu yerdir meyhâne. Meyhânede sâki, kadehinize şarap dolduran kişi çok önemlidir. O bâdeyi içtikten sonra, sizin ilk hafif esrimeye girmeniz çok önemlidir. Ardından da kendinizi kaybetmeniz çok önemlidir. Hâlâ kendinizdeyseniz, hâlâ benlik sahibisiniz demektir. O zaman da siz bir türlü ona varamazsınız. Dikkat edin, zil-zurna sarhoş olmuş bir insan hangi toplumsal mevkide olursa olsun neler söylüyor? Aslında o zaman gerçek yüzü ortaya çıkıyor. Kullandığımız etiketleri izole etmede şarap kültürü oldukça önem arz ediyor. Bir de şunu ilave etmeliyim ki, Mevlânâ bir beytinde “Sakın ha şarabı herkesin yanında anma oğlum, çünkü ham-ervah kişinin aklı üzüm suyuna gider” diyor. Ve bir başka şiirden alıntı yapıyor: “Biz sarhoş olduğumuzda üzüm daha yaratılmamıştı.” Bu sözü düşünerek şarap sembolizmini anlamak lâzım, aksi takdirde şarapla ne kadar sarhoş olursanız olun, kalıcı bir sarhoşluk değil o. Mevlânâ şöyle buyuruyor: "Bunların sarhoşluğu gidiyor, ama bizimki ne yapsak gitmedi.

Bu yazı Sufi Kitap tarafından yayınlanan Anadolu’nun Ruhu başlıklı kitaptan alınmıştır. (ss. 189-191)

Diğer Alıntılar